Erkan! O Dolapta Ne Var?

Erkan! O Dolapta Ne Var?

Yazar: Mertkan Sevinç ·
28 Mayıs 2025

ERKAN! O DOLAPTA NE VAR?

Aysel ve Murat yoğun geçen bir iş gününün sonunda, rem uykularının en derin dehlizlerindelerdi. Sokaktan geceye ait sesler geliyordu. Metropollerin kaçınılmazı hep bir yerden bir yerlere giden arabaların sesi… sokaktan geçen bir ayyaşın kendi kendine konuşma sesi… Uzaklarda da olsa bir ambulansın geceyi delen acı sesi. Tuhaf bir şekilde üç odalı evlerinin çocuk odasından fısıltılar geliyordu!

Aysel, ne kadar derin bir uykuda da olsa; belki annelik içgüdüsünden belki de melekler koluna dokunup onu uyandırmışlardı. Murat ise dünya yıkılsa uyanmayacak şekilde hırıltılar çıkartarak uyuyordu. Aysel üzerindeki pikeyi kaldırıp Murat’ı uyandırmamaya özen göstererek yataktan kalktı. Gecenin sessizliğinde bir şahinin vahada çıkarttığı gibi acı bir ses çıktı yataktan. Murat’ın hırıltısı kısa bir sessizliğe gömülse de iki üç saniye içinde tekrar kaldığı yerden devam etmeye başladı.

Aysel korkusuna göğüs gererek, parmak uçlarında sırat köprüsünden geçer gibi korkulu, tedirgin; her an düşecekmiş gibi temkinli bir şekilde koridorda ilerlemeye devam etti. Çocuk odasının kapısı bir insanın geçebileceği kadar aralıktı ve içeriden gece görüş dürbünlerindeki gibi yeşil bir ışık gece lambasından koridora vuruyordu. Odaya yaklaştıkça boğuk sesler fısıltıya, sonrasında gittikçe konuşma sesine dönüşmeye başladı.

Korku filmi afişlerindeki gibi 8-10 yaşlarında, pijamalı ve saçları karman çorman küçük bir çocuk bağdaş kurmuş, kapağı açık olan dekoratif okul dolabının içine doğru bir şeyler söylüyordu. Aysel’in gördüklerine anlam vermeye çalışan ela gözleri karanlığın etkisi ile iyice büyüdü. Çocuğun neler söylediğini anlamaya çalışmadan merakına bir an önce son vermek için içeri doğru seslendi:

“Erkan!”

Çocuk beklemediği bir yakalanma duygusu ile korkarak hemen dolabın kapağını büyük bir gürültüyle kapatıp annesine bağırmaya başladı.

“Git buradaaaan… giiiiittt!” Sonra hızlı adımlarla koridordaki annesine, dolayısıyla odasının kapısına doğru ilerleyerek yine büyük bir gürültü ile kapısını çarparak kapattı. Aysel dehşete düşmüştü. Erkan gibi uysal bir çocuğu ilk defa böyle içine şeytan girmiş gibi görüyordu. Şeytanın kendisini görse ancak bu kadar dehşete kapılabilirdi. Kapının önünde ne yapacağını bilemez halde donakalmıştı. Koridoru aydınlatan gece lambasının yeşil ışığı kaybolmuş, şimdi ise Erkan’ın kapısının altından sürünerek çıkmaya çalışırcasına iyice zayıflamış bir şekilde koridora sızıyordu.

Erkan?

Erkan’ın odasından gelen fısıltılar susmuş ama Murat’ın gırtlağından gelen hırıltılar dolunaydaki bir kurdun tehdide karşı verdiği tepki gibi devam ediyordu. Kendi soluğu ise neredeyse kesilmişti. Nefes aldığından emin olmak ister gibi elini göğsüne götürdü ve içinde tuttuğu havayı uzun bir solukla dışarı bıraktı. Mevsim kış olsa; bu çıkan soluk, ortamın korkunçluğunu süsleyen bir sis gibi yayılacaktı havaya.

Aysel yatak odalarına dönüp tabutun kapağını kapatır gibi pikeyi kafasına çekip yatağına gömüldü. Toprağa canlı canlı gömülmüş gibi hissediyordu. Uğursuz gecenin bitip sabah çocuğunun iyi olduğundan emin olana kadar – gerçi hiç uyumasa da olurdu– uyku perileri bir saat içinde onu kendi ülkelerine götürmüşlerdi.

Aysel sabah uyandığında, kabus olmadığını bildiği, gece yaşadıklarının etkisinden kısmen kurtulmuş ama Murat’a, Erkan’a kızar diye herhangi bir şeyden bahsetmemişti. Meraklı gözlerle Erkan’ın odasından çıkıp her sabah yaptığı gibi okul kıyafetlerini giymiş, okula gitmeye hazır bir vaziyette kahvaltısını yapmak için mutfağa gelmesini bekliyordu. Çok geçmeden kapı Aysel’in meraklı gözleri eşliğinde açıldı. İçeriden uyku sersemliğini üstünden atamamış, zombi edasıyla sallanarak ve ayaklarını sürükleyerek yürüyen Erkan çıktı. Annesi hayaletmiş de sanki orada değilmiş gibi önünden geçip kahvaltı masasındaki yerine oturdu ve yine zombilerin kanlı et yerken çıkardıkları ses eşliğinde kızarmış ekmeğini kemik çatırdatır gibi kıtır kıtır yemeye başladı.

Aysel korku filmi izler gibi Erkan’ı izliyordu. Murat’ın yanında konuşmamak için kendini zor tutup ne yediğini de anlamadan kahvaltı bittikten sonra arabadaki yerlerini alıp ilk durak olan Erkan’nın okuluna doğru yola çıktılar. Aysel yol boyunca dikiz aynasından Erkan’ı izledi. Çocuk uykulu gözlerle camdan dışarı bakıyor kafası sanki boyun kemiği yokmuş gibi arabanın yol sarsıntılarından bir sağa bir sola sallanıyordu. Ölü gibiydi… Yaşayan bir ölü!

Akşam herkes eve döndükten sonra; bulaşıklar yıkanmış, Murat her zamanki gibi televizyonun karşısında uyuyakalmış, Erkan ise yemekten sonra uzun zamandır olduğu gibi hem içine hem de odasına kapanmıştı. Murat dürtülerek uyandırılıp yatağa gönderilmiş, Erkan’a “iyi geceler” denilip üstü örtülmüş, Aysel de nihayet sıra kendisine geldiğinde yatmadan evvel saçlarını tarama faslına başlamıştı. Hıtır hıtır sesler içinde saçlarını tararken yüzündeki bir nokta dikkatini çekti. Daha yakından bakmak için çekmeceyi açıp el aynasını almak istedi ama her zamanki yerinde değildi aynası. Hemen hızlı hızlı alttaki diğer çekmecelere baktı. Yere düşmüş olabilir mi diye makyaj masasının altına baktı. Murat kullanmış olabilir mi diye yatağın yanındaki komodinin üstüne baktı. Son olarak da yatak odasından çıkıp banyoya baktı ama yoktu. Kendisinden başkasının kullanmadığı ayna yer yarılıp içine girmişti sanki.

Yarın sabah ilk fırsatta cevabını her ne kadar tahmin etse de tıraş olmak dışında ayna ile hiç işi olmayan Murat’a da soracaktı. Gecenin bu son beyin fırtınasını yaparken çoktan yüzündeki lekeyi unutmuştu. Banyodan yatak odasına geçmek üzereyken yine Erkan’ın odasından gelen fısıltıları duydu. Erkan yine kendisine bağırır diye Murat’ın otoritesinden faydalanmak amacı ile onu da uyandırıp durumu özetledikten sonra Erkan’ın odasına yöneldiler.

Sesler…

Erkan’ın odasından gelen sesler radyoda frekans bulmaya çalışıldığındaki gibi bir netleşiyor bir bulanıklaşıyor, kelimeler bazen kulağa anadilleri gibi geliyor bazen de hiç bilmedikleri bir dil gibi yabancılaşıyordu. İnsanın evinin her santimini bildiği odalarından hiç gelmemesi gereken seslerin gelmesi ve en ürkütücü olanı da belki de orada hiç olmaması gereken varlıkların olma ihtimali her ikisinin de tüylerini diken diken ediyordu.

Erkan’ın odasının önüne geldiklerinde Aysel daha fazla dayanamadı ve hem endişeli hem de merak kokan bir sesle “Erkan” diye odadan içeri seslendi. Erkan tıpkı ilk gece olduğu gibi uzanıp dolabının kapısını hızla kapattı. Aysel merakına ve endişelerine artık bir son vermek için oğluna karşı tüm cesaretini toplayıp en başından beri merak ettiği o ilk soruyu sordu:

“Erkancım, o dolabın içinde ne var?”

Belki de ilk sorulması gereken doğru soru bu değildi. “Neler oluyor?” diye mi sormalıydı acaba? Erkan şımarık çocuklar gibi yine “GİDİN BURADAN!” diye bağırmaya başladı. Neler olduğunu anlamak gerçekten gittikçe zorlaşıyordu. Erkan babasına rağmen bu şekilde bağıracak yapıda bir çocuk değildi. Aysel tüm cesaretini toplayıp mayınlı bir araziye ilk adımını atar gibi Erkan’ın odasından içeri girdi. Sanki görünmez manyetik bir alan oğlu ile arasında bir engel oluşturuyormuş gibi ağır ağır ve temkinli adımlarla oğluna yaklaşmaya çalışıyordu. Aysel ile Erkan‘ın arasındaki mesafe bir adım kadar kısa ama bir uçurum kadar derindi. Aysel’in hareketleri uzlaşmacı bir polisin rehinecinin elinden rehineyi çekip almak ister gibi temkinli ve atılmaya hazır bir izlenim veriyordu. Erkan da daha fazla direnmeye gerek duymadan gözyaşlarının arkasına saklanmaya karar verdi ve gecenin sessizliğini kağıt gibi yırtarcasına bağıra bağıra ağlamaya başladı.

“Erkancım, nolur bize neler olup bittiğini anlatır mısın? Senin için çok endişeleniyoruz, sana yardımcı olmak istiyoruz anneciğim” dedi Aysel. Erkan kendisine gösterilen ilgiye karşı sessizleşip ağlamayı bıraktı. Oluşan sessizlikte Aysel cesaretini toplayıp sorulması gereken ikinci soruyu sordu:

“Erkancım, o dolaba bakarak kiminle konuşuyorsun?”

Erkan annesine doğru usulca eğilip fısıltı ile: “Allah ile konuşuyorum!” dedi.

Murat ve Aysel’in kafalarından geçen milyonlarca cevaptan hiçbiri ile özdeşleşmiyordu bu cevap. Bir çocuğun dolabının içinde oyuncak ayı olur, hayali arkadaş olur ama nasıl Allah olurdu? Olabilir miydi? Evet Allah her yerdeydi ama… Murat ve Aysel sordukça, Erkan cevapladıkça işler daha da karışıklaşıyordu.

“Erkan, yavrum o dolabın içinde Allah mı var?”

“Evet var! Ve o benim en yakın arkadaşım. Siz onun odamda olmasına izin vermezsiniz diye geceleri konuşuyorum onunla.”

Aysel duyduklarına, gördüklerine inanamıyor, inanmak istemiyordu. Artık anlayışlı ebeveyn rolünden sıyrılmanın zamanı gelmişti. İzin almaksızın ani bir hareketle, dolabın içini görmek için harekete geçti. Dolabın içini gördükten sonra ne olduğunu anlamaya çalışan meraklı gözlerle Murat’a bakmaya başladı. Murat da aynı soru soran gözlerle Aysel’e bakıyordu. Erkansa ne tepki verecekleri umurunda olmayan bakışlarla boş boş onlara bakıyordu. Murat Aysel’e soru sormadı. Aysel’de Murat’a bir şey söylemedi. Dolabın içinde görmeyi amaçladığı şeyin dışında başka bir şey vardı. Ve neler olup bittiğini anlamaları için Erkan’ın biraz daha kendilerine açıklama yapması gerekecekti. Aysel aklındaki soru işaretlerini bu sefer soru sormadan öğrenmek ister bir cümleyle:

“Erkan bu dolabın içinde sadece bir ayna var. Hem de benim kaybolan aynam.” Sanki erkan dolabın içinde Allah var dediğinde gerçekten orada Allah’ı göreceklerine inanmışlar da olmayınca şok yaşamışlar gibi anlamsız bir durumun içerisindeydi. Erkan gerçekten de görünmeyen bir varlık ile konuşuyor ve bu Allah olabilir miydi? Aysel, Erkan’ın iki omuzundan şefkatle kavrayarak:

“Erkancım bana neden böyle bir düşünceye kapıldığını anlatabilir misin anneciğim?” Erkan, korku ve endişe ile karışık duygu patlaması yaşadığından; için için hıçkırarak, kesik cümlelerle konuşmaya başladı.

“Arkadaşım Bulut… derste matematik öğretmenine: Öğretmenim benim annem de öğretmen ama o Allah’a inanmıyor, siz inanıyor musunuz? diye sordu…Öğretmenimiz de: Çocuklar insanın Allah’a inanıp inanmamasının mesleği ile bir ilgisi yoktur… Böyle özel bir soruyu da kimseye sormamalısınız, özellikle de başkalarının yanında… Bu kişinin kendi özel inancıdır ve sadece kendisini ilgilendirir… İlla ki bir cevap vermemi istiyorsanız; ben Allah’ın içimizde olduğuna inanıyorum… Onu görmek, duymak, hissetmek isterseniz öncelikle içinizde arayın.” dedi… İçimi nasıl göreceğim anne? Bende o yüzden senin aynanı koydum ki kendimi görebileyim. Yoksa içime nasıl bakabilirim?”

Aysel, oğlunun bu saf ve temiz düşüncelerine mi ağlasın, çocukları ile yeterince ilgilenmedikleri için bu yaştaki küçük bir çocuğu böyle arayışlara mahkum etmelerine mi ağlasın, yoksa yıllarca hayalini kurduğu anneliğin bu olup olmadığına mı üzülsün bilemiyordu. Belki de artık modern zamanlarda herkesin dolabın içindeki bir ayna ile konuşması gerekiyordu.

diğer yazılar

Mertkan Sevinç

Mertkan Sevinç

Kullanıcı kendisi hakkında bir açıklama yazmamıştır.

31 Mart 2025 · 3 yorum İmaro’yu Asmışlar

[dropcap type=”letter”] M [/dropcap]akarna yapmaya geçmişim mutfağa; bol tuzlu, bol körili, kırık; kesinlikle yoğurtla. Ağzıma alırken dudaklarımla süzüyorum, acısı porselende kalsın, yoğurdu da yanında. Hava ayrı bir kasvetli bugün, İmaro’yu asmışlar. Balkona çıkmaya çekiniyorum, bir yerlerde tetikçiler var. Tabii gizlenen tetikçiler değil İmaro’yu asanlar. Özünde kötü çocuktu, okul bahçesine havuz yaptırma vaadiyle sınıf sınıf dolaşarak […]

Yazar: Sude Türk

Yorumlar (0)