Kağıt Adam

Kağıt Adam

Yazar: Sude Türk ·
24 Haziran 2025

Kağıt Adam

Dünyanın derdi değilmiş artık tanrılar, mühim değilmiş sorgusu anlamın. Tarihi geçmiş oluşumlarmış bunlar ve artık yokmuş kıymetleri; yazan yazmış, okuyan okumuş kısaca. Değillermiş gündemimiz ve değillermiş konuşmaya değer. Olsun, varsın olmasın güncelimiz; benim günlerim daha mı önemsiz herkesinkinden? Hem ne olurmuş aynı şeyleri bir de ben tartsam da dillendirsem. Yüz yıllardır dans ediyoruz. Zenciler hala var.

Güzellik güzeldir, güzel olanı yapalım. Güzel sanatlar güzeldir, güzel sanat yapalım. Bence ben bunu yaparım, ben bunu güzel yaparım. Yaparken de davamı gayet güzel katarım. Güzelden bağımsız güzel sanat, kendimi hiç sayarım – öyle de güzel yaparım ki bakana sevap katarım – güzelden bağımsız güzel sanat, bu yüzden utanmam yok.

 Bakan ve utanmak demişken… Vazgeçtim demeyeceğim. Ne gerek var huzurumuzu kaçırmaya? Hem ne acelemiz var? Bence bakana gelene kadar konuşacak çok şeyimiz var. Mesela tanışmadık henüz. Ben konuşuyorum da çok bir şey anlattığım yok henüz.

Anı anlatmayı çok severim, özellikle çocukluk anılarını. İnsanın saf kişiliği ve gelişimi hakkında çok şey söyler unutulmamış parça parça kesitler. Aktarırken yapılan mimikler, taklitler – olmadı ünlemler, virgüller – sorgular çok şey verir kişi hakkında. Utançlar(,) sessizlik anları… “Yok, bu kadarını da söylemeyeyim ya.” Övgüler çocukluğuna, saygılar, sevgiler ve parça parça acımak dahi varlığına; hoştur.

***

Küçükken ablamla oynadığımız çok zevkli bir oyun vardı: Kâğıt adam. Yeterince oyuncak bebeğimiz olmadığından kâğıtlara insan figürleri çizer ve onlara roller verirdik.

 Ablamla olan ilişkimizde dominant taraf bendim. Aynı zamanda o bu oyunu oynamak için yalvarırken ben sıklıkla reddederdim. Bu nedenle oyunun yöneticisi de yine ben olurdum. Karakterleri 1-2 saat boyunca ablam çizerdi. Hatta bazen bu sabahtan akşama kadar sürerdi. Ablama kusursuz bir karakter çizmesi için emir verirdim. O da benim mistik karakterimi çizmeye çalışır, çalışırken de diğerlerini aradan çıkarırdı.

Tüm kaderi benim yönetimimde olan bu küçük insanlar arasında özel olarak çizdirdiğim karakter hep çok güzel, yardımsever, zeki, güçlü, başarılı, herkes tarafından sevilen… kısaca kusursuz biriydi. Bir karakter de vardı ki her şeyin en kötüsüydü.

Tüm karakterlerin başka başka özellikleri vardı, hepsini ben belirlerdim. Bedenleri, kaderleri, sözleri ve hisleri benim elimdeyken kendimi tanıtma ihtiyacı hiç ama hiç hissetmedim. Hissettiğim tek şey sevmediğim karakterin canını yakmaktan aldığım hazdı. Ben sadist miyim?

Eğer ki bütün bunlar egoma yeterli gelmeyip kendimi tanıtsaydım kağıt adamlara, herkesin kendi davranışlarından sorumlu olduğunu söylemekten hiç çekinmezdim. Üstüne üslük övünmeyi hak bilirdim. Bana karşı gelip gelmeyeceklerine de yine ben karar verirdim.

Sadece ihtiyaç duyduğumuz karakterlerin çizimiyle vakit kaybetmek istemediğimizde oyuna dâhil olurduk. Oyunun içinde olmak yönetici olmaktan daha insancıl hissettirirdi. Özüme dönerdim ve en sevmediğime dâhi merhamet duyardım.

Oyunlar genellikle ben bitti dediğimde biterdi. Ablam canımı sıkacak herhangi bir şey yapmak istediğinde ve bunda ısrarcı olduğunda tüm karakterleri yırtar ya da dağıtırdım, oradan uzaklaşırken ölen karakterleri önemsemez sadece bir sonraki oyunumuzda tekrar çizmesi gerekeceği için ablama acırdım…

Ben “çiz” dediğimde çizilirdi insancıklar, bitti dediğim anda da biterdi oyun. Beni bu kadar önemli yapan ablamın oyunu oynama isteğiydi. Tabii ki sözüm geçecekti. Ablam olmasaydı veya oyunu bu kadar istemeseydi ben de bu kadar değerli olmayacaktım. Tabiri caizse “Efendiyi efendi yapan kölesiydi.”

Oyunu oluşturabilme ve yönetebilme gücüm, ablam ve oyun olmasaydı ne ifade ederdi ya da gücüm ortadan kalkar mıydı? Güç neydi?

Onları onlara verdiklerimden sorumlu tutabilir miydim? Sevmediğimi yırtmak hakkım mıydı? “Hak” bana varır mıydı?

Ben kuşkusuz Tanrısıydım oyunun. Peki, Tanrı eksik bir çocuk muydu?

Diğer Edebiyat İçerikleri İçin Tıkla.

Sude Türk

Sude Türk

büyük adam vesselam

31 Mart 2025 · 0 yorum Zamanın Gözünden

Karanlığın şefkatli kollarına bırakmıştı kendini dünya, sağ omzuna yaslanmış, derin uykudaydı. O ise, uykunun en kırılgan anında yavaşça yokladı cebini. Parmakları arasında kaybolan, solgun hatıra gibi duran boz kesesi, geçmişin küllerini taşıyor gibiydi. Karşısında alevleri sönmeye yüz tutmuş şöminede yanıp sönen kor, kalbindeki kararsızlığı yansıtıyordu sanki. O, korların dansına dudaklarından dökülen sessiz şarkıyla eşlik ediyordu. […]

Yorumlar (1)