Çarpık Diyarlar ve Yıkım Taşıyan-8

Çarpık Diyarlar ve Yıkım Taşıyan-8

Yazar: Cenker Ekiztaş ·
18 Eylül 2025

BİR GARİP TESADÜF

Zabşed limanında karşılaştığı tüccar denizcilerle konuşup Kantoman’a en çabuk ulaşabileceği yolu öğrendi. Kantoman, kıtanın sınırında yer alıyordu ve dünyanın diğer ucuna en yakın yol Andolya’dan geçiyordu. Barlas düşündü, at ve deve üzerinde haftalarca yol tepecek zamanı yoktu. Bir tüccar gemisiyle anlaşıp Andolya’ya gitti. Ceplerinde tek bir altın parçası kalmadığı için Kızkarga geminin kaptanına yanılsama büyüsü yapmak zorunda kalmıştı. Yıldızölüsünün ürkek dalgaları üzerinde tam otuz gün daha geçirdiler. Zaman geçtikçe Zabşed’in kavurucu sıcaklığı azalıyordu. 

Kaptan Andolya kıyılarına yaklaşırken tüten dumanları ve dolaşan asker birliklerini gördü “Buradan daha ileriye gitmem, bir kayık alın veya yüzün” dedi. Barlas adamı zorla ikna edecekken Kızkarga kolundan tutup onu engelledi ve birlikte kayığa atlayıp Andolyaya kürek çektiler. Kızkarga çocukluğunda Yıldızölüsü Denizini izlediği tepeye uzunca baktı. “Dev’in mağarasına gidelim” dedi Barlas. Andolya’da barınabilecekleri tek güvenli yer orasıydı.

Yıkılmış köylerin ve yağmalanmış evlerin arasından yürüyüp Dev’in mağarasının olduğu ovaya vardılar. Ufak tepeye vardıklarında ise Barlas, duraksayıp etrafına bakındı ve ilerlemenin güvenli olacağını hissedince yürümeye devam etti.

Dev, mağarasının önünde oturmuş bir adamla sohbet ediyordu. Kızkarga’yı durdurup kılıcına sarıldı. Kabzasını kavrar kavramaz hareket eden dikenler ve çatlaklardan ilerleyen kan, Kızkarga’nın dikkatini çekmişti. Barlas sessiz adımlarla yaklaşıp “Kafanı çevir” dedi Dev’in karşısındaki adama. Koca yaratığın gözleri parlamıştı “Barlas Dost!” dedi ayaklanarak “Bak kim var burada!” Barlas bir çift iri gözle bakıştığında kılıcını kemerine taktı ve iki kolunu açmış üzerine koşan kısa boylu adama sarıldı “Vay benim yoldaşım” diyordu adam sinir bozucu bir tutkuyla “Bir daha görüşemeyeceğiz sandıydım, nerelerdesin sen? İlger yoldaş nerede…” gözünü Kızkarga’ya çevirdi “Vay bu güzel hanım kimmiş, yoksa evlendin mi?” Barlas ifadesizce gözlerini devirip, Dev’in yanındaki meşe kütüğünün üzerine oturdu. 

Köz tutmuş cılız bir ateşin etrafında Barlas başından geçenleri üstünkörü anlatıp Keley’e “Şahın kızını alabildin mi?” diyerek konuyu değiştirdi. Keley kafasındaki tuhaf şapkayı çıkarıp, erimiş kafa derisini ovdu. “Hiç sorma Barlas yoldaş, az daha başımdan oluyordum… Çıktım karşısına cesurca dedim: Aykız’ı istiyorum, ya verirsin ya da aşkımdan kendimi dağlara vururum! Şah şöyle bir baktı, sonra da askerlerine emir verdi. Askerler beni yaka paça dışarıya götürüp boynumu kütüğe dayadılar. Cellat tam baltayı indirecekken borozanlar çalınmaya başladı. Ben ne olduğunu anlamadan saray avlusuna onlarca asker akın etti, ne var ne yok kılıçtan geçirdi. içinde can olan tek bir et parçası bile kalmadı.”

Barlas ateşte pişen kurbağalardan birini tutup ısırdı

“Eee… Nasıl kurtuldun?”

Canım nasıl kurtuldunu mu var? Koştum, Karakaçanımı kaptım, kargaşadan sıyrılıp kaçtım. Sonra düşündüm- dedim ben nereye gidebilirim.” Dev’in kalın ve tüylü koluna elini koydu “Benim bir Dev dostum var, iyi midir diye bir kontrol edeyim. Eğer o vahşiler gelirse onu koruyayım.”

Barlas Dev’e baktı, seyrek kıllarla kaplı yanakları arasında masumane bir gülümseme oturmuştu.

Karakaçan acı içinde bağırıyordu. gözleri kan çanağına dönmüştü ve boynuzlarını saplarmışçasına toprağa vuruyordu. Keley çılgınca bağıran Karakaçan’a dönüp “Sus artık sen de!” diye bağırdı “Savaştan mıdır nedir? Karakaçanıma bir şeyler oldu, gece gündüz bağırıyor. Bir hastalığı mı var diyorum ama yok!”

Kızkarga keçiye dönüp baktı

Bu nasıl keçi böyle? At gibi”

Keley gülümsedi

ee.. diğer keçilere benzemez o! Üzerine biner diyar diyar gezerim…”

Kızkarga Lafını kesti

Gözleri de keçiye benzemiyor?”

Keley kaşlarını çattı

Ya neye benziyormuş?”

Kızkarga pişmiş kurbağasını kenara koyup ayağa kalktı

İnsana benziyor.” dedi, ardından keçinin yanına gidip iyice inceledi ve ellerini birbirine sürtüp büyülü sözler fısıldadı. Isınmış ellerini keçinin boynuzlarına koyup büyünün akmasına izin verdi. Hayvan çığlıklar içinde yere yığılmıştı. Keley ayaklanıp Kızkarga’ya engel olmaya çalıştı ancak yerde yatan adamı görünce gözlerine inanamadı “Vay benim kel kafam” dedi, yanık kafasını sıvazlayarak “Bu kim böyle?” Kızkarga Keley’e döndü “Senin Karakaçanın. Dev, bir örtü getirir misin?” Keley örtüyü Dev’in elinden kapıp yerde yatan çıplak adamın üzerini örttü. 

Adam gözlerini açtığında müthiş bir korkuyla ayaklandı, Barlas kılıcına sarılmıştı, Adam bir müddet onu izleyen gözlere baktı. “Sen!” dedi öfkeyle Keley’e ve üzerine atlayıp boğazına sarıldı. Barlas adamı Keley’in üzerinden atıp tehditkar bir ifadeyle durmasını söyledi. “O soysuz yüzünden yıllardır eziyet çekiyorum ben!” Keley kırgın ve şaşkın bir tavırla bağırdı “Yav ben ne yapmışım Karakaçan’ım? Dostluktan, yoldaşlıktan başka?” Adam dişlerini sıktı “Hala Karakaçan’ım diyor! Soysuz köpek!” Barlas kalkmasına izin vermedi. “Ama ayıp oluyor” dedi Keley “Ben nereden bileyim senin insan olduğunu?”

Kızkarga “Yeter!” diye bir çığlık patlattı ve yargılayıcı bakışlarla Keley’e döndü “Kim bu adam?” diye sordu. Keley bir adama bir Kızkarga’ya bakıp “Ben nereden bileyim Kızkarga hanımım? Kantoman’da bir pazarda buldum, parasını verdip satın aldım.”

Adamın öfkesi hala dinmemişti. Toprağı avuçlayıp hırladı

Yalan söylüyor! Çaldı beni kel kafalı domuz!”

Keley ayaklandı

Ama çok oldun sen de Karakaçan’ım! O kadar yolculuk yaptık, hiç mi sevmedin beni? Köylülerin ahırındaki keçileri düzerken mutluydun, şimdi mi kötü olduk?”

Barlas tiksinerek Keley’e baktı

Ne yapayım canım? Dünya gözüyle bir mutlu günü olsun istedim, kötü mü ettim?”

Adam midesindeki otları toprağa çıkardı ve Barlas’a döndü

“Keçi düzdürtmüş bana iflah olmaz sapkın adam! kendisi zavallı köylülerin karısını kızını lanet çıkartacağım yalanıyla düzerken bana da ahırdakileri layık görmüş.”

Keley’in yüzü kızarmadı. kaşlarını çattı ve adamın üzerine yürüdü

“Bana bak! kafanı kopartırım senin! kimseyi kandırmadım ben, lanetlerini çıkardım o kadar.”

Barlas araya girdi

“Sen nasıl bu hale geldin?”

Erk hayvanımla ilgili bir büyünün üzerinde çalışıyordum, hazırladığım iksiri içtikten sonra uyuyakaldım. Gözlerimi açtığımda kendimi koca bir keçiye dönüşmüş olarak buldum. Yoldan geçen haydutlardan biri beni çalmaya çalışırken bu Keley karşılarına çıktı ilk başta adamlara selam verdi gidiyordu. Benim sesimi duyunca durdu adamlara ben de keçimi kaybetmeştim iyi olmuş bulduğunuz dedi. tam beni almaya yeltenirken bir tanesi kılıcını çekti sonra bu Keley adamın dikkatini dağıtıp kılıcı boğazına soktu, diğerinin de kafasını taşla ezdi. Sonra yaklaştı, başımı okşadı Yürümekten yorulmuştum artık beni sen taşırsın deyip aldı götürdü beni!” Barlas’ın yakasına yapıştı “Tam on bir yıldır bununla birlikteyim! Ben hayatımda bu kadar çok konuşan birini daha görmedim. Bu çocuksu görünüşüne aldanmayın sakın, şeytanın tekidir! Zavallı Andolyalıları kandırıp paralarını alıyor, foyası ortaya çıkınca da başka diyara gidiyor. Lütfen izin verin geberteyim şunu!”

Keley kikirdedi

Canım amma büyüttün! Çaldım da kötü mü ettim? Hem ben gelmeseydim haydutlara akşam yemeği olacaktın!”

Adam güç bela ayaklandı

Sen beni çalmasaydın kaçıp diğer kamanalardan yardım isteyecektim.”

Barlas dikkat kesildi

Sen Kamana mısın?”

Adam kafasıyla onayladı. Barlas ve Kızkarga göz göze gelmişti.

İçeriye girelim” dedi Barlas, “Orada konuşuruz”

Devin yemek masasının etrafına oturdular. Keley dışında kimsenin yüzünde tek tebessüm yoktu. Barlas, adamın Keley’le konuşmasına fırsat vermeden lafa girdi

Adın nedir?”

Adamın tek gözü Keley’deydi

Sargıç benim adım.”

Zulsan diye birini tanıyor musun?”

Tanırım, loncanın kurucu kamanalarındandır.”

Barlas saçlarını arkasına atıp alnını gösterdi. Sargıç boş gözlerle yüzüne bakıyordu. Alkaris’in büyüsünü hatırlayıp saçlarını tekrar dağıttı.

Loncadan bahset bana.”

Kamanaların ayin için toplandıkları veya Kanlıkla ilgili işleri hallettikleri bir kurultay. Aynı zamanda Ayışığı Ayini’ni geçenlerin eğitildiği bir okul… Toman başa geçtiği zaman kurulmuş. Bildiğim bu kadar, biz şu anda neredeyiz?”

Barlas, Kızkarga’ya döndü

Senin bu lonca hakkında hiç bilgin var mı?”

Kızkarga başıyla reddetti

İçimden bir ses Kantoman’a gitmemiz gerektiğini söylüyor.”

Sargıç araya girdi

Biz neredeyiz?”

Barlas ters bir bakış attı

Andolya’dayız.”

Sargıç arkasına yaslandı

Baştan söylesenize, Balkes Tapınağına gidebiliriz.”

Kızkarga merakla başını kaldırdı

Burada öyle bir tapınak yok.”

Sargıç benzer bir merakla karşılık verdi

Hayır var, tapınağı inşa edenlerden biri benim!”

Barlas’ın gözleri parlamıştı, birden ayaklanıp “Kalk da gidelim o zaman, ne bekliyoruz?” dedi. Sargıç masadaki bitki parçalarına ve kemirilmiş oğlak kemiklerine baktı. Diliyle dudaklarını yalaydı, iştahla kemiklerin üzerindeki etleri sıyırıp iliklerini emdi. “Bana öyle bakmayın, bu Keley yüzünden yıllardır çimenden başka bir şey yemedim.”

Barlas, Kızkarga ve Keley, Sargıç’ın arkasına takılıp vakit kaybetmeden Andolya ormanlarına gömülmüş Balkes Tapınağı’nı bulmak üzere yola koyuldular. Sargıç hala Keley’e tiksintiyle bakıyordu ancak biraz daha sakindi. Yol boyu homurdanarak küfür etmekten başka bir şey yapmadı. Orman havasını insan ciğerlerine doldurup tadını çıkardı ve etrafındaki kayalıkları izledi. Kızkarga huzursuzdu, Barlas ise hiç olmadığından farklı görünüyordu. Yol boyu kılıcını okşadı. Kılıç her temasta dikenlerini geriyordu.

Yüksek bir tepenin üzerinde durup etraflarına bakındılar. Sargıç gözlerini kapatıp bir keçi gibi havayı burnuna doldurdu. “Gitmiş” diye fısıldadı, “Buradaydı, her yıl baharda bütün kamanalar buraya gelir kutsardık. Hatırlıyorum.” Kızkarga kendini yumuşak çimenlerin üzerine bıraktı “Keçiden döneli bir gün bile olmamış birinin lafıyla hareket edersek olacağı bu. Balkes Tapınağı’nın Andolya’da ne işi var?” Keley aralarına girip sakinleştirmeye çalıştı ancak Sargıç ona fırsat vermeden atıldı “İlk olarak Hanımlar bütün yaratılışın ortak değeridir, ikinci olarak keçi halim bile senin karga burunlu halinden daha akıllıydı.” Kızkarga kaşlarını çatıp ayaklandı ve ellerini birbirine sürtüp “Bir daha söylesene” diye hırladı. “Yeter!” dedi Barlas “Sargıç haklı, tapınak buradaymış.” Kızkarga’nın gözü, dikenli kılıcını tutan elindeydi “O kılıç mı söyledi bunu?” Barlas ters ters bakıp kılıcı çekti ve var gücüyle toprağa sapladı. Kılıç toprağa dokunur dokunmaz zeminden kıpırdayan kayaların sesi duyuldu ve çok geçmeden karşılarındaki kayalıkta geniş bir geçit açıldı. “İşte orası” dedi Barlas ve kılıcını beline takıp ilerledi. Arkasından kimse gelmiyordu. “Gelmiyor musunuz?” dedi. “Orası Balkes tapınağı değil” dedi Sargıç. Hemen arkasından Keley ürkekçe kıkırdadı “Andolya’da kendi kendine açılan mağaralar pek masum değildir Barlas yoldaş, iyisi mi sen de gitme.” Barlas, Kızkarga’ya baktı “Gelecek misin?” sadece bakıyordu. “Siz bilirsiniz.” dedi Barlas ve ağır adımlarla mağaranın karanlığına doğru ilerledi.

Duvarların çatlakları arasından sürünen çiğ damlaları, soğuk zemine cam parçaları gibi düşerken mağaranın derinliklerinden bir esinti okşadı saçlarını. Burnuna çürümüş et ve küf kokusu geliyordu. Kılıcının dikenleri taş kesilmiş, her an bir yere saplanmayı bekliyormuş gibiydi. Barlas kabzayı kavradı ve yerden aldığı taşı var gücüyle fırlattı. Taşın sesi defalarca yankılanmıştı, bir uçurum olabilirdi, bu yüzden dikkatli davranmak zorundaydı. Her adımından önce yere bir çakıl fırlatıp uçurumun olmadığından emin oluyordu. Mağara soğuktu ve sıcak kan, çürümüş et kokusu karışık bir havası vardı. Bu iki kokunun aynı anda olması mide bulandırıcı değildi. Korkutucuydu. Tüyleri ürperdi, parmak uçlarından kafatasına yürüyen sıcaklık delirticiydi. Tırnaklarını kafa derisine geçirip dizlerinin üzerine çöktü, zemin ıslak ve etsiydi. Ayaklarına dokunan kıl yumaklarının birer çiyan gibi gözeneklerinin içinden sızdığını hissetti. Var gücüyle kalkıp kılıcını çekti ve kükreyerek savurdu. Etrafı siyah sislerle kaplı bir dağın zirvesinde tek başınaydı. Zemindeki insan uzvu parçaları çarpıkça dizilmiş taşları anımsatıyordu ancak uzuvlar canlıydı. Yerdeki bütün gözler bir an Barlas’a çevrildi. Bir yılan gibi kasılıp gözlerden kaçmaya çalışırken kılıcını kavrayıp ayağa kalktı ve var gücüyle yere vurmaya başladı. Çıldırmışcasına yerdeki insan parçalarını un ufak ediyor ve bağırıyordu. Kılıç birden dikenlerini Barlas’ın derisinden çekip elinden fırladı ve sisin içinde kayboldu. Dımdızlak ortada kalmıştı, korkuyor ve midesi bulanıyordu. Etrafına bakındı, siyah sisten ve ceset parçalarından başka hiçbir şey yoktu. Bacaklarını hissetmiyordu. Dizlerinin üzerine düştü, ardından bütün gövdesinin… ve dizlerini karnına çekip kollarıyla başını sakladı. Bir bebek gibi ağlıyordu. Burnuna doluşan koku ve tenini okşayan etler adeta onu zincirlemişti. Zihnini ele geçiren karmaşık seslerin arasından bir erkek sesi fısıldadı “Zaman gürültülüdür Barlas…” gözlerini açıp durdu, bütün sesler birden susmuştu “Ama bir o kadar sessiz, aynı delilik gibi.” Barlas kafasını daha da saklayarak “Kimsin” diye inledi. Ses konuştu. “Aciziyetinin ufak bir yansıması diyelim. Belki kırık bir ayna veya ölümün bile yarışamadığı tek şey. Ben son noktayım Barlas, ulaşabileceğin bütün ihtimallerin bile ötesinde olanım.”

Barlas dişlerini birbirine yapıştırdı, içeriden tiz bir inlemeyle ağlamaya başladı. “Ayağa kalk” dedi ses. “İstemiyorum.” dedi Barlas. Birden kasları kasıldı, bedeni dikleşti. Sanki havada süzülen görünmez eller onu sisler arasında sürüklüyordu. Bir müddet süzüldükten sonra durdu ve tıpkı kayaya çivilenmiş Alazrat’ın cansız bedeni gibi kolları iki yana açıldı. Başını dik tutamıyordu. Çenesi iman tahtasınına dokundu. Kan ve her türden pisliğe bulanmış saçları yüzünü örtüyordu. Bu haliyle sisler arasında süzülen ve kanatları yolunmuş uçan bir turnayı andırıyordu. Sislerin arasından bir gölge çıkageldi. İri bedeni sanki bu dünyadan değilmişçesine tek bir sis parçasını uçurmamıştı. Sanki sisin ta kendisiydi. Barlas güç bela ona yaklaşan karanlığa baktı. Zırhı bir giysiden çok derisinin parçası gibiydi ve metalik yılan pullarını andırıyordu. Birbirlerinin aynısı olmayan çarpık pullar arasından yer yer bembeyaz teni görünüyordu. Barlas’ın çenesini tutup kaldırdı. Gözleri adeta Alkaris’in saçları yolunup göz bebeklerinde yumaklanmış gibi kan kırmızısıydı. Burnunun yarısı kopmuştu ve ince dudaklarının içinde çarpık sivri dişler duruyordu. Yüzünü Barlas’a yaklaştırdı ve derin bir nefes çekti “Çürüyorsun” diye tısladı. Barlas mırıldandı ancak sözleri anlaşılmıyordu. Gölge arkasını döndü, birkaç adım attı ve Barlas’a baktı “Kılıç büyülüydü değil mi? Ulular kadar güçlü hissettiriyordu. O ince dikenleri etini delip kanına dokunduğunda dünyanın en güzel kadınlarının koynunda geçirdiğin bir ömür gibi. Ama artık evine geldi.” Kulağını Barlas’a yaklaştırdı “Küçük solucan bir şeyler mi fısıldıyor? Engerek olmuş! Senden olsa olsa solucan olur. Şu haline bak! Bir de kendini kahraman mı zannettin? Kralı öldür ve kral ol hikayesi babalar ve oğullar arasında geçer. Krallar ve piçler arasında değil! Ne dedin? Yıkım Taşıyan mı? Evet, Sen Yıkım Taşıyan’sın ve ben de taşıdığın yıkımın ta kendisiyim!” Gölge, yerde acılar içinde inleyen et parçalarının içinden bir bütün beden çıkardı. Korku içinde bembeyaz kesilmiş genç bir adam “Barlas!” diye atıldı ancak tek bir adım atamadan karnına kadar vücut parçalarına tekrar gömüldü.

Öldü zannetmiştin değil mi solucan? Ölüm diye bir şey yok, sadece zaman var! Benimle bir anlaşma yapacaksın.” Barlas kafasını İlger’e çevirdi ve “Ne istiyorsun” diye inledi. “Alkaris’in ölmesini.” Barlas öksürdü “Kendin yap o zaman!” Gölge, İlger’i boğazına kadar batırdı “Dur” dedi Barlas “Ben onu öldüremem! Eğer yapabilseydim yapardım zaten.” Gölge gülümsedi ve sislerin arasında kayboldu. Barlas yere düşmüştü. Etlerin üzerinde sürünerek İlger’in yanına gitti. Henüz ulaşamadan her ikisi de vücut parçalarının içine gömülmüştü.

Mağaranın ağzında gözlerini açtı. Burnunda ve dilinde hala o pis koku ve tat duruyordu. Gözlerini hafif aralayıp birden ayaklandı ve kasılan midesinin içindeki pişmiş kurbağaları olduğu gibi boşalttı. Başı ağrıyordu, ayağa kalkıp mağaradan çıktı ve ona bakan yüzleri tanımaya çalıştı. Kızkarga’yı gördüğünde kendini çimenliğin üzerine bırakıp öylece durdu. Gözleri açıktı ancak konuşamıyordu. “Buradayım Barlas!” dedi endişeli bir haykırışla. Ellerini birbirine sürtüp çıplak bedenine yerleştirdi. Barlas elini Kızkarga’nın yanağına götürüp öylece bekledi. Hemen arkasında beliren gölgenin sahibi onu tekrardan bayıltmıştı. Bu gölgenin sahibi tek dostu İlger’di.

Kendine geldiğinde İlger kollarıyla onu sarmalayıp sarıldı. Barlas kendini onun kollarından çekip baktı “Sen kimsin?” dedi. İlger hayal kırıklığına uğramıştı ama yine de gülümsedi “İlger, ben kardeşin İlger.” Barlas telaşla ayaklanıp geriye bir adım attı. “İlger öldü! Beni nasıl bir büyünün etkisine soktunuz?” Kızkarga ürkekçe bir adımla yaklaştı “Sakin ol! Ben eminim güven bana.”

Barlas, İlger’e bir adım attı ve olabildiğince gücünü kullanarak sağlam bir tokat yapıştırdı.

İlger eliyle yanağını tutup öfkeyle “Ne yapıyorsun Barlas?” diye bağırdığında Barlas kendini arkadaşının cılız bedenine bıraktı. Beraber oldukları yere yığıldılar. Barlas bir bebek gibi ağlıyordu “Sen ölmüştün! Zulsan seni öldürdü, kendi ellerimle gömdüm seni!” İlger dostuna sıkıca sarıldı. “Geçti her şey Barlas, artık yine beraberiz.”

Cenker Ekiztaş

Cenker Ekiztaş

Ben Cenker...

31 Mart 2025 · 0 yorum Zamanın Gözünden

Karanlığın şefkatli kollarına bırakmıştı kendini dünya, sağ omzuna yaslanmış, derin uykudaydı. O ise, uykunun en kırılgan anında yavaşça yokladı cebini. Parmakları arasında kaybolan, solgun hatıra gibi duran boz kesesi, geçmişin küllerini taşıyor gibiydi. Karşısında alevleri sönmeye yüz tutmuş şöminede yanıp sönen kor, kalbindeki kararsızlığı yansıtıyordu sanki. O, korların dansına dudaklarından dökülen sessiz şarkıyla eşlik ediyordu. […]

Yorumlar (0)