KANATLAR VE DİŞLER
İlger, Kantomanlı kahramanların hikayelerini her okuduğunda, kendini onların yerine koyardı. Hikayeler içinde yüzerken bir Yark olduğunu unutur ve bazen de kahramanı Yark olarak hayal ederdi. Barlas’ın aksine, gözlerini açar açmaz yapmayı en sevdiği şey buydu. O daha çok uyumaya devam etmeyi tercih ederdi.
Ancak bu sabah, rutinini gerçekleştiremeyecek kadar özel bir güne gözlerini açmıştı. Üzerindeki örtüyü attı, kocaman bir gülümsemeyle Barlas’ın başına çöküp silkeledi “Uyan artık, büyük gün geldi!” Barlas gözlerini aralayıp geri kapattı. Dün gece içtiği sütün tadı gırtlağına yapışmış ve kaynayan ateş gibi midesine çökmüştü. “Açtın gözlerini, uyan işte! Kamana çağırıyor” Kamananın adını duyunca gözlerini açıp öylece durdu, yatağı terk etti ve tek kelime etmeden merdiveni tırmanıp kulübeden çıktı.
Kamana asasını göğsüne dayamış eski bir kitabın sayfalarını karıştırıyor, bir yandan da kaynamış Geyiktohumu içiyordu. Pek de hoş olmayan bir mırıldanmayla “Dün gece yine sallanıyordunuz…” diye söylendi.
Barlas su taşında biriken buz gibi suyu suratına çarptı, çekingen ama cesurdu “Biraz dolandık sadece, bir şey olmadı.”
Kamana asasını toprağa vura vura Barlas’ın yanına geldi ve parlak kristal taşını çenesine dayayıp yüzünü çevirdi. “Askerlere yakalansaydınız ne olacaktı?”
Barlas umursamaz bir tavırla kafasını çekti “Kırbaçlanacaktık.”
Müthiş bir heyecanla dışarıya fırlayan İlger, Kamana’nın suratına ufak bir tebessüm yerleştirmişti. Dua fısıldayıp elini İlger’in yüzüne sürdü ve çökmüş gözlerini her zamanki soğuk ifadesiyle Barlas’a dikti.
“Hazır mısınız?”
İlger Barlas’a bir bez parçası uzatıp coşkuyla yanıtladı
“Hazırız ne zaman gidiyoruz?”
“Şimdi olmaz, gece vakti yapılır”
Barlas bezi yüzüne sürüp olduğu yere çömeldi
“Ne diye erkenden uyandık o zaman?”
“Büyünüzü yapacağım. Gidin derede yıkanın yoksa Bozruhlar uğramaz.”
Barlas yapraklarını dökmüş cılız ağaçlara baktı.
“Bu havada mı yıkanacağız? herhalde ölmemiz için gönderiyorsun”
Kamana asasını canını yakacak şekilde kafasına vurdu
“Ne söylediysem onu yap!”
İki arkadaş temiz kıyafetleri ve biraz kül ile beraber göle doğru yola koyuldular. Göl, kulübenin biraz uzağındaki seyrek ağaçlı korunun içindeydi. Bulanık suyun üzerinde yüzen yabani otlar arasından fırlayan bataklık kurbağaları, onları avlamak için uçuşan etçil kuşlar ve binlerce küçük böcek türünün arasında yıkanmak temiz hissettirmiyordu ama Kantomanda buz tutmamış su birikintisi bulmak, sokaklarda yürüyen bir Araçurla karşılaşmak kadar zordu ve bu tarz gizli göletler Yarklar için güvenli birer rahatlama alanıydı.
İlger gölün kıyısına yaklaşıp titrek suyu izledi ve elbiselerini çıkarıp kollarını birer kanat gibi iki yana açtı. “Şu havaya baksana Barlas! insanın içini parlatıyor… sanki buz çölünde değil, Uluların kadehinde yıkanıyoruz! Şu gölde yüzen balıklardan biri olmak isterdim. Bakma suratıma öyle, belki erk hayvanım balık olur, bazen yırtıcı bazen de masum!”
“Şu kitaplardan uzak dur artık. Bu ad koyma töreni gibi bir şey değil, heyecanlanacak bir şey de yok.”
“Hayır var! Hayvanlar ve İnsanlar’ı okumuş olsan bilirdin; bizi seçen hayvanla ömür boyu bağlanacağız, o hayvanlar bizim en yakınımız olacak. Bu ikinci çağın başlangıcından beri böyle.”
Barlas gülümsedi ve İlgeri göğsünden itip göle attı hemen arkasından da kendini soğuk suya bıraktı “Şimdi balığa benzedin.” Göl taş gibi soğuktu ancak kulübenin önünde kovayla yıkanmaktan iyiydi. İlger gölde daha fazla duramayıp toprağa çıktı ve getirdiği örtüyü sarındı. Derin bir nefes çekip titreyen suya baktı.
“Sence benim hayvanım ne olur?”
“Domuz”
“Alay etme, düzgünce soruyorum”
“Cırcır böceği”
Cevabı duymamış gibi yapıp ayaklandı ve gururla göle yaklaştı. Göğsünü şişirip, zafer doygunluğu edasıyla haykırdı.
“Ben atmaca olacağım, sen de kurt! Biri yerin, diğeri göklerin efendisi! Kötü yaratıkların belası, iyi insanların kurtarıcısı olacağız! Karşımızda herkes titreyecek.”
Barlas güldü
“Sonra da Kan’ın askerleri gelecek; benim postumdan kalpak, senin etinden de yahni yapacak!”
“Hiç mi heyecanlanmıyorsun?”
“Hayır”
“İyi de neden? Böyle kutsal bir şeyin parçası olmak Kantomanlıların bile elde edemeyeceği bir şans.”
Barlas gölden çıkıp diğer örtüye sarındı ve toprak şişeyi sallayıp geri bıraktı.
“Adının arkasından bir hayvan adı gelmesi neden kutsal olsun? Alnımıza niye işaret bastılarsa bunu da ondan yapmıyorlar mı?”
“Aptallaşma! asırlardır yapılan bir ayin bu, anlatılan onca hikaye boşluklar ve saçmalıklar üzerine mi kurulu?“
Barlas örtüyü fırlatıp elbiselerini giymeye başladı. Bir yandan giyiniyor bir yandan da İlger’e laf yetiştiriyordu. Her karşıt cümlesine bir cevabı olan dostu sanki onu anlamayı kabul etmiyormuş gibi, Ayışığı ayinini bildiği bir şeylere benzetip haklı çıkmaya çalışıyordu. Barlas kaşlarını çattı. “Anlamak istemiyorsun” diye mırıldandı “Bacağına dokunan ota bile bakabileceğin hayali bir gözün var. büyüdük artık! hikayelere inanacak bir hayatımız da yok!”
İlger suratından akan su damlalarını örtüye silip, hırsla fırlattı
“Asıl anlamayan sensin! güzel göremeyecek kadar körleşmişsin, ayağına dokunan ottan bile şikayetçisin. Bir kez olsun açıp okudun mu, Kamana’ya sordun mu? Han kızı düzmek, sarhoş olmak ve yakınmak dışında becerebildiğin tek bir şey yok!”
Barlas, İlger’in yüzüne kararsız bir tokat vurdu. “Sakın!” dedi suratından süzülen gözyaşlarını umursamadan “Bana sakın, beni tanıyormuş gibi konuşma! Sen hikayelerle aklını bulandırmışsın, orada yazılanlar gerçek falan değil! Gerçeklerin, gerçeklerle ilgisi olmayanlara göre olan hali! Kimlerin adından sonra başka bir adı olur biliyor musun? Piçlerin ve melezlerin! Kantoman’a ait olmayan ne varsa ona ikinci bir isim takarlar! Bana diyorsun ki heyecanlanmıyor musun? Heyecanlanacağım şey ne? Alnımıza işaret vurdukları yetmiyor gibi bir de adımıza vuruyorlar, bu mu? Anlattığın tepegöz hikayesinde biz kimiz biliyor musun? Tepegözüz, onlar da bizi kahraman olmak için katleden iyi insanlar!”
İlger kızarmış yanağından elini çekip yumruklarını sıktı, dudakları titriyor ve gözyaşları sızıyordu
“Kamana bize özelsiniz demiyor mu?”
Barlas öfkeyle kahkaha attı
“Evet öyleyiz! Mesela bir gün gerçekten Tepegöz gelirse yem olarak yollayacakları bizlerden biri veya savaş kapıya dayandığında ön safta yer alacaklar da biziz, bir yerde birinin malına bir şey olursa öfkelerini kusacakları da biziz. kaybedilen savaşın sorumlusu da biziz, kanadı kırılan kuşun sebebi de… bir gün hayvanlara hastalık bulaşınca ne olacak biliyor musun? bütün Yarkları diri diri yakacaklar, çünkü biz bu işe yarıyoruz ve sen bunu göremeyecek kadar aptalsın”
İlger öfkeyle kıyafetlerini giydi ve örtüsünü kılıç tutar gibi yerden aldı. Barlas’ın iri siyah gözlerine baktı
“Ben sen gibi değilim! hiçbir zaman da olmayacağım. Kendi yarattığı karanlığa hapsolan biri olacağıma gider hikayelerde kaybolurum!”
Öfkeli adımlarla kulübeye giden İlger çok geçmeden gözden kaybolmuştu.
***
Ay kendini parlatıp boz hüzmelerini yeryüzüne düşürmüştü. Barlas ve İlger gölden ayrıldıklarından beri tek kelime etmemiş, ayrı yerlere oturup ayin için haber beklemişlerdi. Kamana, Barlas ve İlger’e seslenip ayinin başlayacağının haberini verdi. Evlatlıklarını peşine takıp davulunun derisine asasıyla vura vura ormanın derinliklerine doğru yürüdü. İlger’in yüzü neredeyse Barlas’ınki kadar beyazlamıştı. Üzerine bastığı taşlardan ve odun parçalarından çıkan her ses tüylerini ürpertiyordu. Barlas gülümseyip, karnını dürttü “Korkma Bozruhlar insan yemez!” İlger karşılık vermeden ürkekçe Kamanayı takip etti.
Uzunca bir yürüyüşün ardından, sık ağaçlarla çevrili boş alana geldiler. Üçü erkek, altı Kişi bekliyor ve diğer Yarklara bir şeyler anlatıyordu. Kamana davulunu ağacın gövdesine yaslayıp Barlas’a baktı, elini yüzüne sürdü. “En son siz gireceksiniz, ne görürseniz görün konuşmayın, bağırmayın” dedi. İlger huzursuz bir merakla “Neden bağıralım?” diye sordu ancak Kamana cevap vermedi. Aralarından en süslü kıyafetli olan ayinin başıydı, asasını kaldırıp garip sözlerle bir şeyler haykırdı ve Yark topluluğuna dönüp cılız bir çocuğu işaret etti. “Sen seçildin!” ardından alandakilere sertçe bağırıp geri çekilmelerini söyledi. Kamana eliyle yeri gösterip asasını sıkıca kavradı ve var gücüyle davulu çalmaya başladı. Çocuk ürkek adımlarla alanın ortasına ilerleyip dizlerinin üzerine çöktü, başını eğdi ve gözlerini kapattı. Bir an kaçmaya yeltendi ancak çalan davul ritmi ve anlaşılmayan sözler sanki hareket etmesine izin vermiyordu. Ayini gerçekleştiren adam, tiz bir uluma sesi yankılandığında elini kaldırıp “Susun” diye bağırdı. Ulumalar gittikçe yaklaşıyordu “Geldiler” dedi “Sırtınızı dönün!” İlger ve Barlas arkasını dönüp gözlerini aynı o çocuk gibi kapattılar ve nefeslerini tuttular. Kurtların hırıltısını duyuyorlardı. Sanki kendi aralarında bir şeyler konuştular ve hemen ardından ormanda bir ciyaklama yankılandı kurttan daha ziyade insan çığlığıydı. Daha arkalarını dönmeden Ayin Başı, “Sen ortaya geç!” diye bağırdı. Barlas göz ucuyla yürüyen Yark’a baktı. Öncekinden daha iri, cesur ve yakışıklıydı. Saçları zifiri karanlıkta altın gibi parlıyordu. Ayin Başı şarkısını bitirdiğinde yine sessizlik oldu, Barlas tekrar kafasını çevirmişti bu sefer kurt hırıltıları duyulmuyordu, yüzlerce karganın çirkin çığlıları ormanda yankılandı. Barlas bir an kaçmayı düşündü ancak hareket edemiyordu. Kargaların ağaç dallarına çarpma seslerini duyuyordu. Ardından sarışın çocuğun savunmasız bağırışları duyuldu. Kargalar gagalarını çocuğun etine sokup organlarını parçalıyordu. Ayin başı kargaların gidişinin ardından “Sende sıra” diye bağırdı. Barlas gözlerini araladığında İlger yanında değildi, gözlerini tekrar açmadı sadece nefesini tutup bekledi. Davullar sustuğunda ormanda bu sefer turna sesleri yükseldi ardından kanat çırpışmalarıyla birlikte davullar tekrar çalındı “İlger Turna oldu” diye hep bir ağızdan haykırdılar.
Sıra Barlas’a gelmişti, alanın ortasına oturup başını eydi, dudaklarına dokunan saçlarını üfleyerek önünden çekti ve davul sesleriyle beraber kafasını hafifçe salladı ve davullar susunca durdu. Ancak herhangi bir hayvan sesi gelmiyordu. Kulaklarına tiz fısıltılar dokundu, onlarca yılan başlarını kaldırmış Barlas’a yaklaşıyordu. Ayin Başı “Yere uzan” dedi.
İlger merakına yenik düşüp kafasını korka korka çevirdi. Yere uzanmış bedeninin etrafında bir duvar gibi dizilmiş onlarca yılan ve gövdesinin üzerine çıkmış koca bir engerek, yüzüne doğru süzülüyordu. Yılan yüzüne yaklaştığında bekledi ve Çenesini olabildiğince açıp boynuna dişleriyle dokundu. Kamananın asasının yere vurma sesiyle beraber bütün yılanlar kaçışmaya başladı. Barlas ayağa kalkmıyordu öylece uzanıyordu. Ayin Başı yanına yaklaşıp kulağını yaklaştı “Yaşıyor” diye mırıldandı ve ardından bağırdı “Barlas engerek oldu!”
***
O gece Kantoman, ayinden sağ çıkanların ağlamalarıyla uğuldadı. Bütün Kamanalar gün ağırana kadar ormanı kutsadılar. Barlas ve İlger uyumuyordu ancak konuşmuyorlardı da. Sadece uzanıyorlardı ve geceyi hayal ediyorlardı. Bazı çocuklar çağırılan hayvanlar tarafından paramparça edilmişti, bazıları da hayatta kalmıştı. Yıllardır Kamana bu olaydan hiç bahsetmemişti. Kendilerine dair bildikleri tek şey; çöllerden yırtıcı bir ordu gelmiş ve O zamanki adıyla Bey’e teslim olmalarını söylemiş. Bey çaresizce ordusunu dağıtmış ve teslim olmuş. Ancak tahta çıktığında dışladığı oğlu Toman küçük ama güçlü ordusuyla gelip bozkırı kurtarmış ve hemen ardından babasının bütün uzuvlarını kopartıp yaptırdığı yeni sarayın kapısına asmış ve sarayın kapısına babasının parçalarının hemen üzerine “İlk Baba Tomandır” yazısını kazıtmış. Bu olay bozkırın altın çağının başlangıcıymış. Toman, Bey ünvanını kaldırıp yeni “Kan” ünvanını getirmiş. Halkın yaşadığı çadırları yıkıp yerine taştan evler yaptırmış. Bozkırın her yerine büyük kaleler, pazarlar ve hanlar gelmiş. Bir zamanlar soğuk bir çölü andıran bozkır, Kan Tomanla beraber dünyanın cennet bahçesine dönüşmüş. Fakat bu sefer de başka bir tehlike kapıda bekliyormuş, o da bozkırın karanlık taraflarından gelen kadim ruhlar ve ruhların zehirlediği bütün canlılar… Kamanalar bozkırı bunlardan korumak için görevlendirilmiş ancak büyü yapmaları yüzyıllar önce yasaklanmıştı ve bu yüzden zamanla kamanalar büyü sanatını unutmuştu. Yıllar önce yaşlı bir kahin iblislerin, canavarların geleceğini ve bozkırın cehenneme dönüşeceğine dair bir kehanet bildirmişti. Toman’ın babası bunu bir iç karışıklık girişimi olarak yorumlayıp kadını kovmuş ama yine de önlem almak için bozkırdaki bütün melez çocukları Kamanaların himayesine vermişti. Hikayenin geri kalanı ise muamma. Bu melez çocukların büyük bir kısmı insanların çok da hoş karşılamayacağı işlere karışmış, bazıları ise Kamanalardan öğrendiği kutsama şekillerini ve koruma büyülerini para karşılığı yapmış ve dün geceki ayinden anlaşılacağı üzere bir sürü çocuk hayvanlar tarafından paramparça edilmişti.
İlger gün ağarana kadar bu hikayeleri gözlerinde tekrar tekrar canlandırdı ve bütün ihtimalleri düşündü. Gün ağardığında da Kamana yemek yemeleri için yanına çağırdı. İkisinin de suratı beş karıştı ve Kamanayla konuşmak istemiyorlardı. Önlerine konulan ekmeği isteksizce yiyip öylece sustular. Kamana elindeki ekmeği masaya bıraktı ve “Neyiniz var sizin?” dedi. İlger bir şeyler mırıldandı ancak duyulmadı. Barlas öfke ve korkuya bulanmış bir cesaretle başını kaldırdı
“Dün ayindeki çocuklara ne oldu?”
Kamana’nın gözleri ruhsuzlaşmıştı
“Bir şey olmadı sadece bizimle beraber olamayacaklar artık”
İlger’in gözleri doldu ve titrek sesiyle araya girdi
“Öldüler mi?”
Kamana öfkelenmişti
“Yaşam yok olmadığı sürece, yaşayan hiçbir şey ölmez! Onlar ruhların arasına karıştılar, aç hayvanlara katık oldular, ormanın canına can oldular”
Barlas ayağa kalktı
“Biz niye karışmadık o ruhların arasına o zaman?”
“Sizin bu dünyada işiniz henüz bitmedi“
“Bunun için mi yapıyorsunuz bu kıyımı?”
Kamana Barlas’a sağlam bir tokat yapıştırıp yaklaştı. Gözlerinden adeta zehir akıyordu.
“Sakın! Kutsala dil uzatma. Ruhlar bizi dinliyor”
Barlas palasını alıp beline taktı
“İyi ben gidiyorum.”
Kamana arkasından “Nereye” diye bağırdı
“kendimi kutsayacağım”
Kamana Barlas’ın arkasından öfkeyle söylendi ve tavrını değiştirmeden İlger’e döndü “Onu tek bir an bile yalnız bırakmayacaksın!” İlger kafasını salladı ancak konuşmuyordu “Yürü!”
İlger Barlas’ın koca ve hiddetli adımlarına yetişebilmek için neredeyse koşmaya başlayacaktı. “Yavaşlasana artık nefes nefese kaldım” diye seslendi. Barlas adımlarını daha da hızlandırıp “Gelme o zaman” dedi. Birkaç koca adım atıp yanına ulaştı
“Bari nereye gidiyoruz onu söyle”
“Kantoman’a şu şehrin ortasındaki büyük hana”
İlger korkmuştu
“Saçmalama! Bizim oraya gitmemiz yasak”
“Bir şey olmaz, içip döneceğiz işte!”
“Askerler yakalarsa kötü olur Barlas, kurtulamayız.”
“Kamanaya ot almaya çıktık deriz.”
“Ot nerede derlerse?”
“Bulamadık içmeye karar verdik deriz.”
“Tamam askerler bir şey yapmadı diyelim Kamana’ya ne diyeceğiz?”
Barlas durdu ve İlger’in göz bebeklerine baktı
“Kendine kurban edecek başka piçler ara deriz!”
İlger ürkmüştü… Barlas çocukluğundan beri asiydi ama Kamana hakkında hiç böyle konuşmamıştı. Öfkesi aynı oğulun anneye duyduğu öfke kadardı. Bir an parlar ardından sönerdi. Bu seferki öfkesi aynı düşmanlara beslenebilecek türden umursamaz ve yıkıcıydı.
Yol boyu konuşmayıp sadece yürüdüler. Şehrin girişi tertemiz edilmiş tek bir ot bile bırakılmamış topraktan bir yoldu. Yolu biraz yürüdüklerinde taştan evlerle karşılaştılar ve biraz daha ilerisinde büyük bir meydan duruyordu. Meydan, kopuzlu ozanlar, tüccarlar ve Kantoman insanından oluşan bir kalabalığa sahipti. İlger gördükleri karşısında tutulmuştu “Aynı masallardaki ülkeler gibi” dedi. Barlas Kamana’yı hatırlamıştı. Anlattığı her masaldan sonra “Bunlar gerçek miydi” diye sorardı, Kamana ise gülümseyip “Her hikaye gerçeğin unutulmuş halidir.” derdi.
Hanın nerede olduğunu bir tüccardan öğrendiler. Meydanın çıkışındaki yolun ağzında evlerden uzak bir yerdeydi. Kesik kafa numarası yaptıkları hanları pek andırmıyordu daha büyük ve daha yeni duruyordu. İçeriye girdiklerinde etrafa bakındılar ve boş bir masaya oturdular. Henüz hancı yanlarına gelmeden fısıltılaşmaları ve gerginliği hissetmişlerdi. Barlas aldırmadan el kaldırdı ve hancıyı çağırdı. Hancı çatık kaşlarla yanlarına gelip tek bir soru sormadan “Çekin gidin” dedi. Barlas duymamazlıktan gelip “iki bardak içki” diye karşılık verdi ve ayaklanan İlger’in omzundan tutup gözüyle oturması için işaret yaptı. Hancı daha da sinirlenmişti “Tadımızı kaçırmayın! Çekin gidin yoksa askerleri çağıracağım” Barlas öfkeyle sırıttı “İçki getirirsen tadınız kaçmaz” Hancı belindeki hançeri çekip burnuna uzattı, İlger durumu toparlamak için adamdan özür diliyor aralarda da arkadaşına kalkmasını söylüyordu. Barlas daha fazla uzatmadan ayağa kalktı ve han kapısına yürüdü, ilger elini sırtına koyup “Geçidin oradakine gideriz hem daha ucuzdur” dedi. Hancı arkalarından kıkırdayıp “Kan işaret işini iyi düşünmüş, yoksa iblislerle oturup kalkacağız” dedi. Barlas bir anda durdu, İlger sadece “Yapma” diyordu. Hancı bu aşağılamadan zevk almış olacak ki yaralayıcı laflarına devam etti. “Ben olsam sizden ne kadar varsa kılıçtan geçirirdim ama Kan Toman akıllı. Yakında savaş ilan ettiğinde ilk sizi gönderecek” Kafasını gülüşen tüccarlara çevirdi. “Bozkır insanı kutsaldır sonuçta düşmanın önüne yem diye atılmaz. Ama şunlardan birkaç tanesini gönderirsin, geberir giderler… ruhlara adak niyetine” Barlas arkasını döndü ve hancıya yaklaştı. Belindeki hançerin kabzasını tuttuğu gibi adamın boynuna sapladı. Boğazından fışkıran kan ahşap zemini yıkarken bir müddet izledi. Etraftakiler ne olduğunu anlamadan iki arkadaş handan çıkıp geldikleri yolu koşmaya başlamıştı.
Şehirden yeterince uzaklaştıklarına emin olduklarında durdular. Bacakları hissizleşecek kadar yorulmuştu. İlger’in nefesi konuşacak kadar kendine gelince Barlas’ın yakasına yapıştı “Sana gitmeyelim dedim! Handan çıkalım dedim! Başımıza bela açacağız dedim!” Barlas İlger’i ittirip ayağa kalktı ve öfkesini onun korkmuş suratına boşalttı
“Artık aç şu gözlerin aç! Buranın kötü ruhu da, canavarı da, faresi de biziz. Bozkırda ne kadar mide bulandıran şey varsa o biziz! İnsan bile demiyorlar bize Yark diyorlar ne demek biliyor musun? Piç demek! Anası babası olmayan, yurtsuz demek!”
İlger korka korka “Kamana” dedi. Barlas daha da öfkelenmişti
“Hancıyı duymadın mı? Kurban olmak için tutuluyoruz! Birilerinin işine yaramak için vahşi tazı gibi besliyorlar bizi! Para kazanmak yasak, kadın yasak, asker olmak yasak, onlara biraz yaklaştığımızda bir bardak içki bile gözlerine batıyor! İnsan olmamız yasak bizim, insan! O engerek ya beni öldürseydi! Sana turna yerine kurt gelseydi geberip gitseydik ne olacaktı? Uğruna ölmek istediğimiz şeyi bile seçmemize izin vermiyorlar!”
“Barlas!” dedi İlger
“Askerler gelseydi bizi kazığa oturtsaydı o hancı senin üzüldüğün gibi üzülecek miydi?”
“Yukarı bak!” diye bağırdı.
Barlas kafasını gökyüzüne çevirdiğinde onlarca kuşun çığlıklar içinde Kamana’nın kulübesinin ters istikametine doğru uçtuğunu gördü. “Koş” dedi İlger ve var güçleriyle kulübeye doğru koştular. Ormanın girişine yaklaştıklarında Barlas yoğun bir metalik koku aldı. Avladığı hayvanları hatırlamıştı “Kan” dedi ve daha da hızlı koşmaya başladı. Kulübeye yaklaştığında yerde yatan beş kişi ve onların başında bekleyen kılıçlı bir adam gördü. Belinden palasını çekip adama doğru koştu ve kükreyerek körleşmiş palayı adamın boynuna salladı. Kör pala ağzı adamın şahdamarını kopartıp kemiğe kadar ulaşmıştı. Adam yere yığıldığında, palayı adamın deri zırhına sürüp “Asker bu” dedi. İlger’in inlemesini ve sonrasında acıyla ağlamasını duydu. Kamana öylece yatıyordu Barlas’ın gözleri doldu, İlger’in yanına çöktü ve elini Kamana’nın saçlarına götürdü. Kamana gözlerini ağırca açıp Barlas’a baktı ve gülümsedi “Orman kanımızla ıslandı artık geriye dönüş yok, yolunuz açık olsun” Kamana son nefesini üflediğinde İlger sıkıca göğsüne gömüldü ve acısını haykırdı “Kalk” dedi Barlas “Gitmemiz gerek” İlger bırakmamıştı “kalk dedim sana, gidiyoruz!” Barlas kulübeye girip çantasını aldı, içine Kamana’nın kitabını ve geçitteki hancıdan aldığı altın kesesini koyup çıktı. “İlger yürü” dedi. İlger kalkıp gözlerini koluna sürdü ve Kamana’nın asasını aldı ağlayarak “Ne yapacağız?” diye sordu. Barlas ormana baktı “Bilmiyorum” dedi.
***
Hava kararana kadar ormanın derinliklerine yürüdüler. Zifiri karanlık ormanı sardığında, Barlas durdu ve etrafına bakındı, ağaçların seyreldiği tarafı gösterip “şuraya gidelim, belki bir mağara buluruz.” dedi. İlger asayı toprağa vura vura dostunu takip ediyordu.
Barlas kulağına dokunan her sese kulak keserek bir yılan gibi soğuk toprakta süzülüyordu. Her adımında Kamana aklına geliyordu ama ne olduğunu bile anlayamamıştı. Handaki adam yüzünden miydi hepsi. Hayatı beş gümüş etmez sefilin tekiydi. Pişmanlık duymadığı için kötü hissediyordu. Aynı anı tekrar yaşadığını hayal etti, şüphesiz aynısını bir daha yapardı. Peki Kamana’nın öleceğini bile bile, yine de yapar mıydı. Hiçbir şey bilmiyordu, korkuyordu sadece oturmaya ihtiyacı vardı.
Yürüdükleri düzlüğün bitiminde hafif eğimli bir tepeyle karşılaştılar. Barlas İlger’e döndü “Hızlan biraz, tepeye çıkacağız” dedi. Tepenin biraz yukarısında sığ ve küçük bir mağara gördü. Adımlarını hızlandırıp mağaraya ilerledi. Ağız kısmına yaklaştığında palasını sıkıca kavrayıp mağarayı dinledi bir şey duyulmuyordu. “Hızlı” dedi İlger’e “Şu asayı da yere vurma, duyulacağız.”
Mağaranın içinde bir müddet uzandılar. İlger Kamananın asasına sarılmış, parlak taşına yanağını dayamış öylece boşluğu izliyordu. Durduk yere mırıldanmaya başladı. Barlas gözlerini dikip ne dediğini anlamaya çalışıyordu. Dayanamayıp “Bir şey mi söylüyorsun” diye sordu. İlger gözlerini çevirdi “Kamananın söylediklerini” Barlas usulca kalktı ve yanına gitti, elini çekinceyle kaldırıp sırtına koydu ve sıkıca sarıldı, İlger mırıldanmaya devam ediyordu. Söyledikleri konuşmadan daha ziyade şiire benziyordu, Barlas dikkatlice dinledi.
Orman kanımızla ıslandı
artık geriye dönüş yok
yolunuz açık olsun Kardeşlerim
Tüm ruhlar dostunuzdur
Kirletilmiş zavallılar bile
Orman kanlarımızı içerken
Yolunuz açık olsun kardeşlerim
“Kamana biz çocukken okurdu bunu, kopuzum olsaydı daha güzel söylerdim. Dışarıdaki seslerden korktuğumuzda bu sözleri söylerdi hemen uyurduk, sanki hiç korkmamışız gibi olurdu. Ama şimdi işe yaramıyor. Niye biliyor musun? Çünkü artık kirlendik! Elimizde başkalarının kanı var, Kamana bizim yüzümüzden öldü, diğerleri bizim yüzümüzden öldü.”
Barlas daha da sıkı sarıldı ve geriye çekildi. Çatık kaşlarının altındaki ıslak gözleri ay ışığında parlıyordu
“Gündüz olduğunda basıp gideceğiz buradan ve bir han bulup neler olup bittiğini öğreneceğiz anlaştık mı?”
İlger’in gözlerindeki korku Barlas’ı bir an burkmuştu ama ona kendi korkusunu göstermek istemiyordu. Hafifçe silkeleyip tekrar sordu “Anlaştık mı dedim?” İlger kafasını salladı ve sırtını mağaranın karanlığına dönüp asasına sarıldı ay ışığını izleyerek uykuya daldı.
Güneş yüzlerine çarptığında uyanıp oyalanmadan ormanın derinliklerine doğru yola çıktılar. Işıl ışıl parlayan güneş ve tertemiz bozkır havası dışarıdan minyatür cennet gibi görünse de Barlas’ın içinde kötü bir his vardı. Topraktan gelen çatırtılar bile içini ürpertiyordu. İlger’e döndü ve biraz izledi. Yere bakarak yürüyordu ve üzgündü, onu hiç böyle görmemişti
“ee… gece rüya gördün mü?”
“Bana mı sordun?”
“Elindeki sopaya sordum”
Kaşlarını çattı
“Sopa değil bu Asa!”
“Neyse ne işte, gördün mü bir şeyler?”
Kafasını tekrar yere dikti
“Gördüm ama anlatmak istemiyorum”
“Kabus muydu”
“Değildi”
Barlas’ın içine bir ürperti geldi. Vücudundaki bütün tüyler diken diken olmuştu. Elini palasına götürüp boştaki eliyle İlger’i durdurdu “Ses çıkartma” diye fısıldadı ve bütün organlarıyla ormanı dinledi. Görünürde hayvan veya ona benzer bir şey yoktu. İlger Barlas’ı çekiştirdi “Dur dedim!” diye terslendi. İlger daha kuvvetli çekiştirdi “Barlas şuraya bak” kafasını çevirdiğinde kızıl saçlı genç bir kadının onları izlediğini gördü Palasını çekip kadına seslendi “Kimsin sen?” Kadından ses çıkmadı. Ürkek adımlarla kadına yaklaştı, saçları çalı gibi saçaklanmıştı, teni beyazdı ve gözleri sarıydı “Kantoman’dan değilsin. nerelisin?” kadın yine ses çıkarmadı öylece bakıp izliyordu. İlger Barlasın arkasından usulca yaklaşıp “Fazla yaklaşmayalım” diye fısıldadı. Barlas sıkıca palasını kavradı, gözlerini kadından ayırmadan adımlarını hızlandırdı “Sana zarar vermek istemiyorum, kim olduğunu söyle!” Kadının ince dudakları yavaşça iki yana kıvrıldı ve usulca yaklaşmaya başladı “Barlas dikkat et” dedi İlger, Barlas palasını kadına doğrulttu “Adını söyle dedim sana!” Kadın gülümseyerek dişlerini gösterdi, sarı ve sivri dişleri ortaya çıktığında göz bebekleri kayboldu. “Kaç” dedi Barlas ve arkasına bakmadan koşmaya başladı. Koşarken palası elinden düşmüştü ama almak için fırsat yoktu koşmaya devam etti, omzunun üzerinden arkasına baktı ancak ormanda olduğunu unutmuştu, İlger’in “Dikkat et” çağrısını duyamadan kalın gövdeli bir ağaca çarptı ve yere düştü, gözlerini hafif araladı ama hiçbir şey göremedi. Başına saplanan korkunç ağrı, düşen göz kapakları ve ardından derin bir uyku…
Keşke biri çıksa da şu Kamana’yı kurbağaya çevirse, o da isyan edince ‘Olacak o kadar, bu işler böyle yürür’ dese! Bilge ve önemli bir karakter olduğunu biliyorum ama yine de istemsizce gıcık oldum kendisine. Neyse, sakinim 🙂 İlk bölümün ardından ikinci bölümün bu kadar canlanması beni heyecanlandırdı ve hikâyeye dair büyük beklentiler oluşturmama neden oldu. İlk bölümde karakterlerin görünüşü zihnimde daha belirsizdi; ama şimdi tavırları ve kişilikleri sayesinde kafamda daha belirgin tipler oluşmaya başladı. İnsanların bizde uyandırdığı hisler, onların zihnimizdeki fiziksel görünümlerini de şekillendiriyor ne tuhaf.
[…] (Hikayenin bir önceki bölümünü okumak için tıklayın) […]