Edebiyat Nedir? En genel haliyle yazılı ve sözlü anlatılar olarak ikiye ayırırız. Dönemler, akımlar, etkileşimler, dil değişim ve gelişimleri, folklorik özellikler… bu iki çatı altında değerlendirilir ve açıklanır. Pek tabii bir disiplin olarak ele almamızın en büyük nedenlerinden biri de içinde sayısız bakış açısı barındırması ve daimi olarak değişiyor olması dolayısıyla edebiyata net bir tarif getirmek oldukça iddialı ve çoğunlukla gerçek dışı bir atılım olacaktır. Edebiyat metinlerine karşı getirilen akıl tutulması görüşler, metin harici yorumlar ve safsata diyebileceğimiz bakış açılarının doğmasının nedeni de bu disiplini kavramaktan ziyade doğrudan net yargılar altında boğma girişimidir. Bu tutum ekseriyetle bilinçli yapılmaz ancak yine de bir okur olarak, metinden uzaklaşmamıza ve algımızda yazarı yanlış tanımamıza neden olur. Halk tabiriyle belirtmem gerekirse “Kitabın hakkını veremeyiz.”
Konuyu daha da açabilmek için başlı başlık inceleyelim;
[geo_headline tag=”h4″ style=”bordered” type=”round” number=”1″]Edebiyatın Tanımlanma Girişimi[/geo_headline]
Peki o halde edebiyat nedir? Edebiyatın net bir tanımı yoktur… daha doğrusu net bir tanım getirilecek kadar tek yönlü bir disiplin değildir. Edebiyat bir türden, alandan, daldan ziyade çatı kavram olarak algılanmalıdır. Edebiyata dair getirdiğimiz hemen hemen tüm tanımlar (dil sanatı, retorik bilimi, güzel söz söyleme sanatı…) Edebiyatın tek bir tarafını temel alarak oluşturulan tanımlardır ki zaten bu çok yönlülük edebiyatın bir bilim dalından ziyade bir disiplin ve veya çatı kavram olduğu anlamına gelir. Tam da bu noktada edebiyata tek bir bakış açısından yaklaşmanın tehlikesinden bahsetmek gerekiyor. Örnek olarak siz edebiyata bir sanat dolayısıyla da öznel bir ifade yöntemi olarak yaklaşırsanız edebi metinlere eleştirel ve dışarıdan bir gözle yaklaşamazsınız. Durumu tam tersine çevirelim; Edebiyata sadece sistemlerden, kurallardan ve kuramlardan ibaret bir dal olarak yaklaştığınızda da duygulardan ve insaniyetten uzak cansız bir nesne olarak algılarsınız ki bu da metinle aranıza ciddi bariyerler kuracaktır.
[geo_headline tag=”h4″ style=”bordered” type=”round” number=”1.1″]Edebiyatın Öznel Yönü[/geo_headline]
“Edebiyatın Konusu İnsandır” ön kabulü bir lise bilgisinin ötesinde, algılama konusundaki temel bakış açılarından da biridir. Ve edebiyatın bir sosyal disiplin olduğuna işaret eder. Konusu insan olan bir disiplin şartlandırılamaz, tanımlanamaz ve sıkıştırılamazdır çünkü insan değişkendir dolayısıyla insana ait olan da değişir. Tarih öncesi devirlerden kalma bir insana edebiyatın ne olduğunu sorsak, tanrılarıyla iletişim kurmak için kullandığı bir araç olduğunu söyleyecektir. Takvimi biraz ileriye alırsanız örneğin 4. 5. Yüzyıllara o dönemde yaşayan insan da toplumuna ders vermek için kullanılan hikayelerden ve mevsim geçişlerinde kutladıkları şenliklerde kullandıkları bir eğlence aracı olarak tanımlayacaktır. Ancak günümüze yaklaştığında edebiyatın bambaşka bir tanımı olduğunu görüyoruz… Edebiyat bu değişken yönüyle toplumdan topluma, bireyden bireye farklılık göstermekle beraber, nesneden ziyade, imgenin betimlendiği bir söyleve sahiptir, imge ise üst akıl ile değil sezgiyle alakalı bir varlıktır ve eğer kolektif bir toplumun ferdi değilseniz, imge dünyanız büyük oranda diğer türdaşlarınızdan farklılık gösterecektir. (Post-modernist edebiyatın neden var olduğunu merak eden arkadaşlara da ufak bir bilgi geçmiş olalım:)
[geo_headline tag=”h4″ style=”bordered” type=”round” number=”1.2″]Edebiyatın Nesnel Yönü[/geo_headline]
Edebiyat disiplininin “nesnel“ algılanması kulağa ilk başta oldukça yanlış geliyor. Sonuçta edebiyatı duygu temelli bir disiplin olarak yorumluyoruz. Bir sanatçı perspektifinden bakıyorsak bu bakış açısı doğru kabul edilebilir ancak yukarıda da bahsettiğim gibi; sosyal disiplinler tek bir perspektifle algılayabileceğimiz bir dinamiğe sahip değil. Eğer bir edebi eseri inceleyeceksek üzerine fikir geliştireceksek veya yorumlayacaksak, kendi algıladığımız gerçekliği bir kenara bırakıp öncelikle metnin kendi içindeki gerçekliği kavramamız gerekiyor. Çünkü mevzubahis metin nihayetinde bir insan tarafından ve çoğunlukla belirli estetik kaygılar çerçevesine kaleme alınmış bir anlatı dolayısıyla metne büyülü sözcükler bütünü olarak yaklaşmak doğru olmayacaktır.
[geo_headline_2 tag=”h4″ color=””]Hangi Bakış Açısını Tercih Etmeli?[/geo_headline_2]
Yukarıda bahsettiğim iki yaklaşım oldukça temel ve genel iki bakış açısından ibarettir. Yüzlerce bakış açısı daha listeleyebiliriz. Hatta nesnel bakış açısı dediğim maddenin içine akademik yöntemleri kattığımız zaman edebiyat kuramlarıyla karşılaşırız ancak edebiyat duygudan, ifadeden ibaret olmadığı gibi kuramlardan da ibaret değildir. Bana kalırsa edebiyatın büyüleyici tarafı da budur her ne olursa olsun daima bir istisnayla karşılaşırsınız ve bu istisnalar bambaşka bakış açıları doğurur ve aldığınız haz yalnızca estetik haz değil aynı zamanda bir entelektüel haz da doğurur. Okuduğunuz romanda dinlediğiniz şiirde sadece kelimeler görüyorsanız henüz edebiyatla tanışmamışsınız demektir. Kelimeler boyadır, fırçadır, referans çizgileridir ancak asıl sanat tuvalin arkasında bekliyordur. Çünkü ifade nesnelerin anlatılması değil, imgelerin aktarılmasıdır.
Kelimeler ve edebiyat arasındaki ilişkiyi hep uyumsuz bulmuşumdur. Yazmayı ve okumayı bir öze ulaşma mücadelesi olarak algılıyorum ancak çoğu zaman ortada bir öz olmadığı, ulaşmanın özün kendisini inşa ettiği gerçeğiyle yüzleşiyorum… “Hangi bakış tercih edilmeli” sorusuna gelince; Konumuz edebiyat olduğu için cevaplardan ziyade soruların peşine düşülmesi gerekiyor, edebiyata malzeme olacak soruların cevabı olmaz sadece yeni sorular meydana getirir.
# Edebiyat Nedir #Edebiyat
Edebiyata giriş olarak okutulmalı
Yazıya girerken ürkütmeden, sesizce yazmasını o kadar çok istedim ki