Tatar Çölü aslında Kale ismiyle planlanmış bir roman; ancak dönemin şartları kitabın adının değiştirilmesine sebep olmuştur.
Romanda kale, sınırdadır ve var olma amacı düşmandır. Sınır, bize bir tür eşikte kalmayı anımsatır. Nitekim romanın “kahramanı” tamamen eşikte kalmış, iradesiz modern insanın bir temsilidir.
“Kahraman” Drogo ne kaleye ait hisseder ne de şehre; hayatı, saçma düşünceleriyle kabullenemez. O, kahraman olma umuduyla yaşar ancak fedakârlık yapamaz. Kaleye kendi isteğiyle gitmiş değildir; oraya tayin edilmiştir. Kalenin nerede olduğunu kimse bilmez. Ona kaleyi gösteren bir yabancıdır.
Bastiani Kalesi, sıkı bir yönetmelikle zamanın durdurulduğu, eylemin yasaklandığı bir yerdir. Romanda tüm olaylar, kalede bulunanların iradesine değil, düşmanın aksiyonuna göre şekillenir. Roman boyunca bir Tatar saldırısı beklenirken, aslında beklenenlerin Tatarlar olmadığı, gelenlerin yabancılar olduğu anlaşılır. Yani gelenler “öteki”dir, bizden olmayanlardır.
Bu nedenle romandaki kahramanlar, bir karaktere değil, bir kimliğe hapsolmuştur. Onlar en başta, varlıkları düşmana bağlı olan birer asker kimliğiyle var olurlar. Bu yüzden tüm iradeleri talimatlarla belirlenmiş ve yalnızca düşmanın hareketiyle harekete geçebilirler. İnisiyatif alamazlar.
Talimatlar, en ufak bir eylemi bile engeller. Öldürülen Lazaro, İsa’nın dirilttiği Lazarus gibi, bir yerden—öte dünyadan, yani düşmandan—haber getirir. At, özgürlüğü simgeler gibi görünse de Lazaro, emirle değil, yani bir inisiyatifle değil, yönetmeliklere uygun silahlar ve barutlarla öldürülür. Cesedi de yine yönetmeliklere uygun bir şekilde, ihtiyat askerleri tarafından taşınır ve defnedilir. İlişkiler samimi değil, talimatlara göre şekillenmiştir.
Bu bağlamda umut etmek, pasif bir sürüklenmeye sebep olur ve tehlikelidir. Evet, umut yaşatır; fakat nasıl bir biçimde? Bu kriz, ancak kahramanlığın reddiyle sonlanır. Ancak bu reddediş sancılı, şüpheli ve nihayetinde ölümle hesaplaşma neticesinde, gülümsemeyle sona erer.

Güzel bir kitaba benziyor.