Prokrustes’in Yatağı
Antik Yunan mitolojisinde yer alan birçok anlatı, insanın derinliklerini ve toplumsal yapıların eleştirisini de içinde barındırır. Bu anlatılardan biri de Prokrustes’in yatağı hadisesidir. İlk bakışta korkutucu bir hikâyeye benzer: Yol kesen bir haydut olan Prokrustes, misafirlerini evine davet eder, onlara güzel yemekler verir ve gecenin sonunda istirahat etmeleri için onlara yatak sunar; fakat bu yatak, aslında ölümcül tuzağı içinde barındırır. Çünkü Prokrustes’in misafirlerine sunduğu yatağı, herkes için aynı ölçüdedir. Konuk uzun gelirse bacakları kesilir, kısa gelirse uzuvları çekilerek zorla yatağa sığacak şekilde uzatılır. Önemli olan insanın kim olduğu, nereden geldiği ya da nereye gittiği değildir; mesele, o sabit ölçüye uyup uymadığıdır. Bu vahşet, sonunda kahraman Theseus’un Prokrustes’i aynı yöntemle cezalandırmasıyla sona erer. Ancak mesele orada bitmez.
Zamanla bu mit, yalnızca bir efsane olarak değil, toplumsal ve düşünsel bir eleştiri aracı olarak da anlam kazanır. “Prokrustes’in yatağı” ifadesi, günümüzde farklılıkların bastırılması, bireylerin ya da fikirlerin zoraki olarak kalıba sokulması anlamında kullanılır. Standart bir model oluşturulur ve herkesin bu modele uyması beklenir. Bu kalıp, fiziksel değilse de zihinsel, kültürel ya da ideolojik bir baskı aracı haline gelir. Uymayanlar sorunlu kabul edilir, aykırılar ya susturulur ya da dışlanır. Farklı olanın yaşama hakkı değil, değişme zorunluluğu vardır.

Bu mitin esas sarsıcı yönü, yalnızca baskının kendisi değil, onun içselleştirilmesidir. İnsanlar zamanla o yatağa kendilerini gönüllü olarak yatırmaya başlar. Dışlanmamak, sevilmek, başarılı görünmek ya da kabul görmek için kendi benliklerinden vazgeçerler. Kendilerini, kim olduklarını değil, kim olmaları gerektiğini düşünerek şekillendirirler. Böylece artık Prokrustes dışarıda değil, içselleştirilmiş bir figür olarak gündelik yaşamda kendine yer bulmaktadır. Yatak aynı kalırken, insan dönüşür. Bu durum, modern kapitalist toplumun en derin krizlerinden birine işaret eder: Özgünlüğün, bireyselliğin ve farklılığın bastırılması. Velhasıl herkesin herkesleştirilmesi!
Ancak her mit, yalnızca karanlığı değil, kurtuluşu da içinde barındırır. Prokrustes’in yenilmesi, bu tek tipçiliğin de aşılabileceğini gösterir. Kalıplar değiştirilebilir. Eğitim, farklı yeteneklere alan tanıyabilir; sanat, piyasadan bağımsız yaratıcı alanlara yöneltilebilir; sosyal hayat, bireyin kendi ritmine göre şekillenebilir. İnsanlar, tek bir modelin hükmü altında yaşamaya mahkûm değildir. Aksine, farklılıklar zenginliktir ve toplumsal yapılar da bu zenginliği barındıracak şekilde esnetilebilir.
Bu anlatıyı anlamak, onun yarattığı zihinsel baskıya karşı bilinç geliştirmektir. Bu mit, sadece geçmişe değil, bugüne dair güçlü bir eleştiridir…
Bu tektipleşmeyi en çok okulda yaşıyorum. Dediklerin aynen oluyor. Bu arada yazıların çok güzel.