Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum. Her şeyden önce, ben bu zımbırtılardan sıkılıyorum. Sonra, onlarla ilgili en ufak bir söz etsem, bizimkilere inmeler iner.(1)
[geo_headline_2 tag=”h3″ color=””]Giriş[/geo_headline_2]
J.D. Salinger’ın Çavdar Tarlasında Çocuklar (The Catcher in the Rye, 1951) adlı eseri, sadece Amerikan edebiyatının değil, dünya edebiyatının da en önemli modern klasiklerinden biridir. Roman, ergenlik bunalımı, yabancılaşma, kimlik arayışı ve modern toplumun sahtekârlığı gibi temaları işlerken, dönemin tarihsel, psikolojik ve edebi bağlamı içinde derinlemesine anlam kazanır. Eser, modernist edebiyatın birey merkezli bakış açısını yansıtırken, II. Dünya Savaşı sonrası Amerikan toplumunun değişen değerlerini ve gençliğin isyanını da gözler önüne serer. Döneminde defalarca yasaklanması ve okullara girişinin engellenmesi bu sebeptendir. Yine de kitabın pek çok dile çevrilmesi değerlidir zira kaynak metindeki üslup ve dil çeviri için hassasiyet gerektirir biçimdedir. Bu makalede, romanın hem dönemin tarihsel ve kültürel atmosferi içindeki konumu hem de psikolojik ve edebi açıdan taşıdığı anlamlar detaylı şekilde incelenecektir.
[geo_headline_2 tag=”h3″ color=””]J.D. Salinger’in Kısa Biyografisi ve Hayatının Eserlerine Yansıması[/geo_headline_2]
Jerome David Salinger, Manhattan’daki Park Avenue’da büyüdü. Babası başarılı bir Yahudi peynir ithalatçısıydı ve annesi İskoç-İrlanda Katolik’ti. Salinger, birkaç hazırlık okulunda mücadele ettikten sonra 1934’ten 1936’ya kadar Valley Forge Askeri Akademisi’ne gitti. New York Üniversitesi ve Columbia da dahil olmak üzere birkaç üniversiteye kaydoldu, ancak hiçbir zaman mezun olmadı. 1939’da Columbia’da, gençliğinden beri yaptığı yazma merakını pekiştiren bir kurgu yazarlığı dersi aldı. Salinger, II. Dünya Savaşı sırasında ABD Ordusu’nun piyade tümeninde yer aldı ve 1944’teki Normandiya çıkarması da dahil olmak üzere çatışmalarda görev aldı. Salinger savaş sırasında yazmaya devam etti ve 1940’ta ilk kısa öyküsünü Story dergisinde yayınladı. 1941’den 1948’e kadar The New Yorker, Saturday Evening Post, Esquire ve diğerlerinde birçok hikâye yayınladı. 1951’de tek tam uzunluktaki romanı Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı yayınladı ve bu Salinger’ı halkın gözüne soktu. Salinger ani şöhretinden nefret etti ve New York’tan emekli olarak 2010’daki ölümüne kadar yaşadığı Cornish, New Hampshire’a taşındı. Son yıllarında medyayla temastan kaçınmaya devam etti ve yeni eserler yayınlamayı bıraktı.
Baş kahraman Holden Caulfield ile J.D. Salinger arasında birçok benzerlik bulunur. İkisi de benzer şehirlerde büyümüş, okullarından atılmıştır. Salinger’ın 2. Dünya Savaşı etkilerini bu esere aktarmış olduğunu söyleyebiliyoruz.
Salinger, savaşın en kanlı muharebelerinden biri olan Normandiya’da binlerce kişinin katledilişine bizzat tanık oldu. Çavdar Tarlasında Çocuklar’da, Salinger’ın II. Dünya Savaşı deneyiminin etkisini Holden’ın yetişkin toplumuna olan güvensiz ve alaycı görüşünde görüyoruz. Holden büyümeyi, iş bulmak, orduda hizmet etmek ve yakın ilişkileri sürdürmek gibi yetişkin hayatının “sahte” ve sığ sorumluluklarına yavaş yavaş teslim olmak gibi görüyor. Birinci Dünya Savaşı’nın “tüm savaşları bitirecek savaş” olduğu iddia ediliyordu; ancak İkinci Dünya Savaşı, bu iddianın Çavdar Tarlasında Çocuklar’da yetişkin karakterlerin Holden’a dayattığı “sahte” fikirler kadar boş olduğunu kanıtladı.
[geo_headline_2 tag=”h3″ color=””]II. Dünya Savaşı ve Savaş Sonrası Travma[/geo_headline_2]
Roman, II. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında, Soğuk Savaş’ın başlangıç yıllarında yazılmış ve yayımlanmıştır. 1945’te savaş sona ermiş, Amerika büyük bir ekonomik büyüme sürecine girmiş ve tüketim toplumu hızla gelişmiştir. Ancak, bu hızlı değişim ve ekonomik refah, bireylerin ve özellikle gençlerin ruhsal dünyalarında önemli kırılmalara yol açmıştır.
Romanın yazarı J.D. Salinger, II. Dünya Savaşı’na katılmış ve savaş sırasında yaşadığı travmaların etkisi altında kalmıştır. Normandiya Çıkarması’nda savaşan Salinger, savaş sonrası travma bozukluğu (post-traumatic stress disorder – PTSD) yaşadığına dair çeşitli iddialarla anılmıştır. Bu bağlamda, Holden Caulfield’in hayata karşı duyduğu umutsuzluk, toplumdan yabancılaşması ve ölüm düşüncesi, savaşın neden olduğu ruhsal kırılmalarla da ilişkilendirilebilir.
Soğuk Savaş döneminde Amerikan toplumunda bireysel özgürlükler konusunda artan baskılar, McCarthycilik ile birlikte daha da belirginleşmişti. Bu ortamda, Holden gibi topluma uyum sağlayamayan ve sistemin dışına çıkmaya çalışan karakterler, yalnızca edebi bir figür olmanın ötesinde, dönemin ruhunu temsil eden bireyler olarak da yorumlanabilir.
[geo_headline_2 tag=”h3″ color=””]Beat Kuşağı Üzerindeki Etkisi[/geo_headline_2]
Salinger’ın romanı, 1950’lerin ortalarında ortaya çıkan Beat Kuşağı yazarlarını (Jack Kerouac, Allen Ginsberg) da etkilemiştir. Holden’ın özgürlük arayışı ve sisteme karşı duyduğu nefret, Beat edebiyatının temel unsurlarıyla örtüşür.
20. Yüzyılın başındaki Büyük Bunalım Döneminin eserleri ve 2. Dünya Savaşı’nın etkisiyle önce gerçek hayatta sonra edebiyatta sorgulamalar ve güncel problemlerin dile getirilmesi farklı bir üslupla keskinleştirilmiştir. Amerikan Rüyası artık hırsla çalışma ve huzura erişme klişesinden çıkmış ve içi nispeten daha boş bir kavrama dönüşmüştür. Sanayi Devriminin ve sonrasında Amerikan rüyasının getirdiği çok çalışma, verimlilik ve üretimin sanayileşmesi gibi kavramlar bireyde belirsizlik ve yabancılaşma hissi doğurmuştur. Hayatın anlamını her açıdan sorgulayan insanlar varoluş ve bireycilik üzerine düşünmeye başlamıştır. Baş karakter Holden Caulfield’ın favori kitaplarından olduğunu söylediği Muhteşem Gatsby (The Great Gatsby, 1925) de tam da bu eksende seyreden bir eserdir.
Beat kuşağının ayak seslerini geldiğini hissetmemizin sebebi ise; Holden’ın hem topluma hem eğitime yönelik alaycı tepkileri ve yabancılaşırken gerçekleştirdiği isyanıdır. Bu sıradışı karakterin Beat Kuşağı’na ilham olması şüphesiz aşikardır. Tıpkı Salinger’ın bahsettiği gibi, Beat Kuşağı hareketi de katı sosyal kurallar, endüstrileşmenin getirdiği sosyal çöküntü ve bilhassa gençlerin altında ezildiği baskıları ele alır, hatta yok sayar. Beat Kuşağı, oyunu birkaç seviye öteye taşır ve daha keskin bir biçimde kalıpları reddeder. Beat akımının birkaç adım gerisinde ve öncü olarak durması, Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı popüler ve daha önemlisi değerli kılmıştır.
[geo_headline_2 tag=”h3″ color=””]Bildungsroman Geleneği ve Holden’ın “Olgunlaşmayan” Yolculuğu[/geo_headline_2]
Batı edebiyatındaki Bildungsroman (olgunlaşma romanı) geleneği, genellikle ana karakterin çocukluktan yetişkinliğe geçiş sürecini anlatır. Bu romanların tipik özellikleri; baş karakterin gençlikten büyümeye evrilmesi ve bu süreç içinde muhtelif travmalarla bağlamdan kopması ve kopuş sonrasıda olgunlaşmasıdır. Bu süreçte değişime ve düzene kapalı olan karakter, kademeli ve zorlu yollardan geçer. Sosyal revizyonu karakter üzerinden tahlil edebilme imkânı bulan okur, karakterin topluma girdiği dönemdeki versiyonunu da böylece satırlar arasından gözlemleme imkânı bulur. O sebeple bu tür metinlerde kahraman dönüşür, değişir ve entegre olur. Goethe’nin Wilhelm Meister’in Çıraklık Yılları (1795) ve Dickens’ın Great Expectations (1861) eserlerinde karakterler, toplum içinde bir yer edinerek olgunlaşır. Ancak Holden için bu süreç tam tersine işler; romanın sonunda bir gelişim ya da kabulleniş değil, daha büyük bir belirsizlik vardır.
[geo_headline_2 tag=”h3″ color=””]Amerikan Toplumu ve Tüketim Kültürünün Yükselişi[/geo_headline_2]
1950’ler, Amerikan rüyasının simgesi olan banliyö yaşantısının ve kapitalizmin yükselişe geçtiği bir dönemdir. Büyük şirketler, reklamcılığın gelişmesiyle toplumu kitlesel tüketime yönlendirirken, bireyler belirli toplumsal normlara uymaya zorlanmıştır. Holden Caulfield’in “phony” (sahtekâr) kelimesini sıkça kullanması, tam da bu dönemin Amerikan toplumuna yönelik eleştirisinin bir yansımasıdır. Holden, çevresindeki yetişkinlerin ikiyüzlülüğüne ve materyalist zihniyetlerine karşı büyük bir tiksinti duyar ve sistemin dışında kalmaya çalışır.
[geo_headline_2 tag=”h3″ color=””]Holden Caulfield: Ergenlik ve Kimlik Arayışı[/geo_headline_2]
Holden Caulfield, roman boyunca 16 yaşında olmasına rağmen, yetişkin dünyasına adım atmaya isteksiz bir genç olarak tasvir edilir. Ergenlik, psikanalitik kuramlar açısından bireyin kimlik arayışı ve içsel çatışmalar yaşadığı bir dönemdir. Sigmund Freud’un psikanalitik teorisine göre, birey çocukluk ile yetişkinlik arasındaki geçiş sürecinde kimlik krizi yaşayabilir. Holden, bu sürecin tam ortasında yer alır; yetişkin dünyasına güvenmez, ancak çocuk kalamayacağını da bilir.
[geo_headline_2 tag=”h3″ color=””]Masumiyetin Kaybı ve Holden’ın Çocukluk Özlemi[/geo_headline_2]
Romanın en önemli metaforlarından biri, Holden’ın çocukları “çavdar tarlasında yakalama” isteğidir. Bu metafor, onun masumiyeti koruma arzusunu simgeler. Holden, çocukları düşmekten – yani yetişkin dünyasının yozlaşmış gerçekliğiyle yüzleşmekten – kurtarmak ister. Bu, bir anlamda onun kendi çocukluk özlemini ve masumiyet kaybına karşı duyduğu derin korkuyu yansıtır.
[geo_headline_2 tag=”h3″ color=””]Depresyon ve İntihar Düşünceleri[/geo_headline_2]
Holden, roman boyunca sık sık ölüm üzerine düşünür. Küçük yaşta kardeşi Allie’yi kaybetmesi, onun ölümle ilgili saplantılı düşünceler geliştirmesine neden olmuştur. Psikolojik olarak bakıldığında, Holden’in umutsuzluğu, depresif ruh hali ve topluma duyduğu nefret, modern bireyin ruhsal çöküşünün bir göstergesidir.
[geo_headline_2 tag=”h3″ color=””]Edebi Bağlam[/geo_headline_2]
[geo_headline_2 tag=”h4″ color=””]Temalar[/geo_headline_2]
-Kendini izole etme ve yalnızlık
-Gerçeklik ve Sahtelik
-Karakterin Evrimi
-Masumiyet
-Ölüm
[geo_headline_2 tag=”h3″ color=””]Modernizm ve Anlatı Tarzı[/geo_headline_2]
Salinger, romanında modernist edebiyatın önemli tekniklerinden biri olan bilinç akışı (stream of consciousness) tekniğini kullanır. Holden’ın düzensiz düşünceleri, olayları anlatış biçimi ve sürekli olarak zihninde dolaşan fikirlerden anlayabiliriz. Yabancılaşma hissiyle beraber bilinç akışı kullanımı; burada da karakterin içsel duygularını iç monolog halinde zerk etmesine olanak tanımıştır.
‘Tüm o David Copperfield tarzı saçmalıklar’ (1) dediği kısımda Charles Dickens’ın David Copperfield kitabına gönderme yapmaktadır; Charles Dickens’ın çok detaylı ve hiciv kullanarak yazmasını eleştirir. Büyükleri genel olarak hassas olarak görmeyen Holden, kitap boyunca edebi göndermelerle kendini ifade etmeyi seçer.
Parçalanmış ve gerçekliği saptıran bir metin olan Çavdar Tarlasında Çocuklar’da anlatıcı yani baş karakter Holden kendini sürekli böler, okura samimi bir şekilde hitap eder ve kendini tipik anlatıcılardan rahatlıkla ayırır. Hakikatin başka olmasına rağmen, Holden bizi sık sık kandırır ve kendi doğrularına bizi inandırır. Sonucunda metnin güvenilirliği bu modernist özellikler ışığında şekillenir.
“Bu kısmen doğru, ama hepsi doğru değil. İnsanlar her zaman bir şeyin tamamen doğru olduğunu düşünür. Umurumda değil, sadece bazen insanlar bana yaşımda davranmamı söylediğinde sıkıldım. Bazen olduğumdan çok daha yaşlı davranıyorum -gerçekten öyle- ama insanlar bunu asla fark etmiyor. İnsanlar hiçbir şeyi fark etmiyor.” (12)
[geo_headline_2 tag=”h3″ color=””]Önemli Semboller[/geo_headline_2]
[geo_headline_2 tag=”h4″ color=””]Kitabın İsmi[/geo_headline_2]
İskoç şair Robert Burns’ün “Comin’ Through The Rye” (Çavdarlar Arasında) adındaki şiiri, Salinger’ın bu metaforik başlığı koymasının ilham kaynağıdır.
‘’… büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta –yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim. Biliyorum, bu çılgın bir şey.’’
[geo_headline_2 tag=”h3″ color=””]Holden’ın Riyakarlığı[/geo_headline_2]
Holden’ın gözlem kabiliyetinin zayıf olduğunu söylemeyiz çünkü etrafındakilerin zayıflıklarını ve kusurlarını fark etmede yetenekli sayılır. Ancak, özeleştiri ve kendi zaaflarını kabul etme konusundaki direnci sebebiyle Holden’ın büyük bir ikiyüzlülük içinde olduğu anlaşılır. Hikâye boyunca Sally Hayes, Carl Luce, Maurice ve Sunny ve hatta Bay Spencer karakterlerinin zayıflıklarından ve ikiyüzlülüklerinden bahsettiğini görürüz ama Holden kendisini bu konuda hiç eleştirmez. Kendisini sürekli bir aziz veya yüce bir kişilik olarak tasvir etmesi bu yüzdendir.
Hiçbir eyleminin sorumluluğunu almaması bir yana, etrafındaki insanların kötü özellikleri ve günahlarından sürekli bahsetmesini yine büyümek istemeyen bir genç olmasına atfedilebilir. Okuyan herkesin bileceği gibi Holden herkesi ‘phony’ sıfatıyla etiketler ve bu hikâye boyunca sürekli tekrar eden ögelerin sadece biridir.
[geo_headline_2 tag=”h3″ color=””]Ördekler[/geo_headline_2]
Holden’ın Central Park’taki ördeklere olan saplantısı yine öykünün tekrar dinamiğine hizmet eden bir motiftir. Özetle, Holden ördeklerin kışın nereye gittiği üzerine endişelenmesi ve kafa yormasıyla ilişkili bu detay; aslında ördeklerin hayatlarının değiştirmesi dolayısıyla kendi hayatında değişime duyduğu dirençle örtüşür. Holden’ın duyduğu değişim korkusu, hayatta kalmak için yer değiştiren ördekleri düşündüğünde dahi tetiklenir. Aslında ördeklerin iklim şartlarına göre yer değiştirmesi ve göç etmesi hayatın olağan bir akışıdır, tıpkı biz insanların koşullar değiştikçe esnek olabildiğimiz gibi. Doğanın dengesine ve akışına ayak uyduran her canlı gibi, ördekler de döngünün gereğini yerine getirir ve aslında bu rutin durumun kaygılı olan Holden’ı rahatlatması gerekir. Yine de Holden, değişim ve gelecek konusundak takıntıları yüzünden bu sıradan ve gerekli döngüyü doğru bulmuyor. Bu noktada Salinger’in ördek ve kış göçü gibi ayrıntıları ele alıp nasıl ustalıkla metnin içine motiflendirdiğini görüyoruz.
[geo_headline_2 tag=”h3″ color=””]Kırmızı Avcı Şapkası[/geo_headline_2]
Holden’ın kırmızı şapkası kendine bir kimlik ataması ve yabancılaştırmasının simgesidir. Kendini sık sık izole eden ve kendini daha üstün gören Holden için somut bir araç haline gelmiştir. Bu bir avcı şapkası olmasına rağmen, onu her yer takan Holden, şapkanın onu biricik hissettirdiğini, koruduğunu ve kendini tanımlamasına destek olduğunu düşünür. Sürekli bu şapkayı takması onu bir açıdan garip de gösterir ki Holden uyum sağlayamama fikrini bu sayede canlı tutar. Böylece bu şapka da olgunlaşamama ve toplumsal kurallara direncin bir sembolü haline gelir.
[geo_headline_2 tag=”h3″ color=””]Sonuç: Holden Caulfield ve 20. Yüzyılın Kaybolmuş Bireyi[/geo_headline_2]
J.D. Salinger’ın Çavdar Tarlasında Çocuklar romanı bir gençlik romanının çok ötesinde, döneminin modern Amerikan bireyinin kimlik çatışmasını, yabancılaşmasını işleyen derinlikli bir metindir. Her metinde kuşkusuz incelememiz gerektiği biçimde; bu metni de o dönemin tarihsel ve psikolojik bağlamıyla incelediğimizde, 20. Yüzyıl Amerikan edebiyatının en önemli eserlerinden biri olduğunu biliyoruz. İdeal çocuk yetiştirme anlayışının ne her çocuğa uygun olduğunu ne de genelgeçer bir zemine oturmadığını edebi dille kaleme alan Salinger, Holden aracılığıyla uyumsuzluğun ve blu çağının asi ruhunu bize aktarır. O dönemin ve yansıması olan metinlerin kahramanlarının sorunu, yetişkinlerin dayattığı dünyaya girmeyi reddetmektir. Sürekli bahsettiği sahtelik kavramı, aslında hep düşlediği masumiyet olgusunun işaretidir. GirlGotNoIdentity’nin analizinde belirtildiği gibi, Holden’ın alaycılığı değişimle başa çıkamamasından kaynaklanıyor (Medium, 2021). Yetişkin olmayı ertelemek ve yaşamdan uzak kalmaya çalışmak; belki de kendini korumanın makul bir kaçış strajesidir.
[geo_headline_2 tag=”h3″ color=””]Bonus Bilgiler[/geo_headline_2]
-John Lennon’a dört el ateş ederek canını alan Mark Chapman, cinayeti esnasında cebinde Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabını taşıyordu. Holden karakterinin insanlardan uzak duruşunu ve yalnızlığını, kendisiyle özdeştirdiğini söylemişti. Eski ABD başkanı Ronald Reagan’a suikast düzenleyen John Hinckley da bir diğer takıntılı okuyucuydu
-Teoman konserlerinde bu kitabı seyircilere fırlatır ve herkese okumasını tavsiye eder.
Yorumlar (0)