Bizim topraklarda önce kadınlar uyanır, sonra güneş doğar;
Çünkü güneşi kadınlar doğurur….
(Ezidi Atasözü)
I. Feminizm: Ezilen Cinsin, Ezilen Sınıftaki Hali
Feminizm, yalnızca “pembe” eşitlik söylemleriyle sınırlı kalmaz; onun derdi çok daha katmanlıdır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini konuşurken, bir yandan da çay demleyen, diğer yandan çocuk susturmaya çalışan görünmez bir elin emeğiyle ilgilenir. Kimi zaman bu el, tarih kitaplarında yer bile bulamaz. Malum, kadınlar tarihte genellikle “eşleriyle birlikte” anılmıştır. Kadın adı kendi başına tarihe geçmek istiyorsa ya kraliçe olmalı ya da bir skandalın kahramanı. Yani işiniz zor
Katja von Garnier’in Iron Jawed Angels filmi işte bu görünmezliği öyle bir yırtıyor ki, tarih biraz utançtan kızarıyor gibi. Film, sadece 1. Dalga Feminizm’in politik portresini çizmekle kalmaz; aynı zamanda o portreye bir “neden bunca zaman duvarda asılı değildim?” sorusunu da iliştirir.
Kadın olmak burada sadece biyolojik bir “durum” değil; doğrudan politik bir pozisyondur. Hatta zaman zaman “sakıncalı” bir durum. Öyle ki, oy isteyen kadına deli yaftası yapıştırılır. Delilikten kastımız: yüksek sesle konuşmak, fikir beyan etmek, organize olmak. Malum, erkek egemen düzenin “akıl sağlığı kriterleri” biraz çifte standartlıdır. Aynı davranışı erkek yapsa liderlik, kadın yapınca adı histeri oluyor…
II. Sinemanın Diliyle Direniş: Kurgu, Ritim ve Estetik
Iron Jawed Angels, biçimsel yapısıyla yalnızca tarihsel bir anlatıya aracılık etmekle kalmaz; aynı zamanda görsel-işitsel bir direniş estetiği kurar. Filmin kurgusal ritmi, anlatının politik yoğunluğuyla paralel bir biçimde ilerler. Direnişin kamusal alana taştığı sahnelerde hızlanan kurgu, hem kitlesel eylemlerin dinamiğini hem de kolektif hareketin ritmini yansıtırken; bireysel kırılma ve içsel çatışma anlarında yavaşlayarak izleyiciye duygusal bir yoğunluk sunar. Bu ritmik geçişler, sinemanın zamansal örgüsünü bir protesto aracına dönüştürür.
Müzik kullanımı da filmde yalnızca bir atmosfer kurma aracı değil, aynı zamanda tarihsel sürekliliği sorgulayan postmodern bir strateji olarak öne çıkar. Dönem filmi olmasına karşın punk rock ve çağdaş müzik türlerine yer verilmesi, feminist mücadelenin yalnızca belirli bir tarihsel döneme ait olmadığını, zamansal sınırları aşan bir süreklilik arz ettiğini ima eder. Bu tercih, klasik tarih anlatılarının çizgisel zaman algısını kırar; mücadele temsillerini güncel bir eleştiriyle iç içe geçirir. (Filmin müzikleri için tıklayınız.)
Hilary Swank’ın Alice Paul karakterine hayat verdiği performans, bireysel oyunculuk düzleminde direnişin psikolojik ve duygusal boyutlarını etkileyici biçimde açığa çıkarır. Paul’un kararlılığı, kırılganlıkla iç içe geçerken; mimikler, jestler ve sessiz anlarla örülü anlatım, karakterin içsel direncini dramatik bir derinlikle yansıtır. Bu oyunculuk biçimi, karakteri temsili bir figür olmaktan çıkararak, tarihsel bellekte canlı bir direniş öznesine dönüştürür.
III. Dalga Dalga Feminizm: Bugünle Kurulan Köprü
Iron Jawed Angels, ilk bakışta yalnızca 1. Dalga feminizmin tarihsel zemini üzerinde yürüyen bir anlatı gibi görünür. Ancak dikkatli bir bakış, filmin satır aralarında bugüne uzanan çok daha derin bir bağ kurduğunu gösterir. 2. Dalga’nın “beden benimdir” sözü, filmde açlık grevleriyle somut bir direnişe dönüşür. Kadınların kendi bedenleri üzerinde karar verme iradesi, artık yalnızca sözle değil, yaşamla ve ölümle örülmüş bir kararlılığa dönüşür. Bu tercih, yalnızca siyasi değil; varoluşsal bir bildiriye dönüşür. Susturulan kadın sesi, artık sindirim sistemine bile konuşmayı öğretir.
Filmin sınırları içinde 3. Dalga’nın çoğulculuğu, kimlik ve kesişimsellik meseleleri doğrudan temsil edilmese de, bu eksiklik kendi başına anlamlı bir sessizliktir. Kamera, farklı sınıf, etnik köken ya da cinsel yönelimlere sahip kadınların hikâyelerini görünmez kıldığında, o boşluk izleyiciye ait bir sorumluluğa dönüşür. Bu, yalnızca bir anlatı açığı değil, aynı zamanda çağrıdır: “Bu anlatı yarım kaldı. Onu tamamlamak, bugünün meselesidir.”
Bu yönüyle film, yalnızca bir geçmiş anlatısı değil; zamana açık bir metin gibi okunabilir. Görülmeyenleri görmek, söylenmeyeni tamamlamak, bugünün feminist ödevidir. Çünkü her tarih anlatısı aynı zamanda bir suskunluk tarihidir. Iron Jawed Angels da o suskunlukların içinden seslenir: Eksikleriyle birlikte konuşan bir bellek gibi…
IV. Erkeklik İdeolojisi: Sessizlik, Gölge Roller ve “İyi Adam” Sendromu
Iron Jawed Angels, kadınların görünürlüğünü merkezine alırken, erkeklik figürlerini ise bilinçli bir biçimde gölgeden yansıtır. Film boyunca erkek karakterler, eylemin değil, tepkisizliğin ve yönlendirilmiş gücün taşıyıcısı olarak belirir. Bazıları “iyi niyetli”dir, ama bu iyi niyet çoğu zaman ataletten ibarettir; anlamaya çalışır gibi yapar ama fail olmaktan çok seyirci olmayı tercih eder. Bu karakterler, Raewyn Connell’in tanımıyla “hegemonik erkeklik” biçiminin pasif varyantlarıdır: açık şiddet kullanmazlar ama sistemi sürdüren sessizlikte yerlerini alırlar.
Bir diğer grup ise aktif direnişin karşı cephesindedir. Bu erkekler yalnızca kadınları susturmaz, onları tanımsızlaştırır. Alice Paul’un akıl hastanesine kapatılması, bu erkeklik modelinin şiddetini açık biçimde ortaya koyar. Burada ideolojik tahakküm, yalnızca siyasal alanla sınırlı kalmaz; tıbbi söylemler, hukuki normlar ve toplumsal algılarla birleşerek kadının varoluşunu patolojik bir olguya dönüştürür. Direnen kadın “anormal” ilan edilir; politik talepler, zihinsel bozuklukla yaftalanır.
Bu durum, Michel Foucault’nun “iktidar ve bilgi” ilişkisine dair çözümlemelerini hatırlatır: Kadınların maruz kaldığı dışlayıcı söylem, bir kontrol mekanizması olarak işlev görür. Çünkü toplumsal iktidar, yalnızca fiziksel değil, epistemolojik bir düzen kurar. Ve bu düzende kadın, konuştuğu anda tehdit; sustuğu anda “makbul” olur.
Filmin erkek karakterlerinde belirginleşen “iyi adam” sendromu ise özel bir dikkat ister. Bu figürler, patriyarkanın daha yumuşak yüzünü temsil eder. Kadını sevdiğini, onun için endişelendiğini söyler ama tam da bu sevgi kisvesiyle onun özgürlüğünü sınırlar. Bu, Carol Gilligan’ın ahlaki gelişim kuramında belirttiği gibi, bakım ve bağlılık söyleminin baskıya dönüştüğü anlardan biridir. Sevgi, iktidarın başka bir kılığına bürünür.
Yani Filmdeki erkeklik temsilleri, feminist mücadelenin yalnızca dışsal bir engelle değil; gündelik ilişkilerde ve hatta en yakın yüzlerde beliren içsel bir ideolojik duvarla karşı karşıya olduğunu gösterir. Bu duvar, bazen yüksek sesle bağırır; bazen de sadece susar. Ama her iki durumda da yerinden oynamaz.
Ve işte bu yüzden, Iron Jawed Angels’ta erkek karakterlerin suskunluğu bile yüksek sesle konuşur…
V. Sessiz Devrimin Sesi
Emily’nin gözyaşları, yalnızca bireysel bir annenin kırılganlığından çok daha fazlasını ifade eder;
Bu, tarih boyunca sistematik baskının duvarlarına defalarca çarpan kadınların kolektif direncinin simgesidir.
“Burada olmamın sebebi çocuklarım,” derken,
O söz, biyolojik anneliğin ötesinde, politik bir taahhüt ve gelecek tasavvurunun sözcüğüdür.
Her damla yaş, feminist hareketin manifestosundaki vurgulanmamış italik bir pasaj gibidir;
Sözcüklerin ulaşamadığı duygusal ve politik derinliği açığa çıkarır,
Ve bu derinlik, direnişin sessiz ama vazgeçilmez dilidir.
VI. Son Söz: Film Değil, Manifesto
Iron Jawed Angels, salt sinematografik bir ürün değil, Toplumsal hafızanın ve politik direnişin görsel bir tezahürüdür.
Film, izleyiciyi pasif bir gözlemci olmaktan çıkarıp, eylemin öznesi kılar;
Gözyaşlarıyla dolu anlar kadar, sıkılan yumrukların da ifade ettiği bir çağrıdır.
Kadınların görmezden gelinen direnişi, bu filmde yeniden can bulur ve hepimize bir çağrı yapar: Mücadele bitmedi, adalet henüz tamamlanmadı.
Bu yüzden, perde kapanırken yalnızca gözlerimiz değil, vicdanlarımız da aydınlanmalı. Çünkü kadın özgür değilse, özgürlük eksiktir. Ve her sessizlik, yeni bir direnişin habercisidir…
Yorumlar (0)