İster efsanelerden yola çıkalım ister tarihi anlatılardan. İsterseniz de gelenek, görenek ve inançları ele alalım. Yaşadığımız çağda da tıpkı bundan binlerce yıl öncesinde olduğu gibi kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğin tohumları yere sağlam basmaktadır. Bu sağlamlığın temelleri efsanelere, tarihsel anlatılara, inançlara ve toplumlardan toplumlara geçişlerde kültürel özelliklere de sirayet eder.
Cinsiyet Eşitsizliği- Kısa Bir Tarihçe
On binlerce yıl boyunca tarih içerisinde kadının başat olduğu bir dünya düşünülür. Son beş bin yıl ele alındığında ise bu yapı erkek tarafından değiştirilmiş ve kadın, yerinden edilerek erkek karşısında ikinci sınıf konumuna getirilmiştir. Yaşandığı düşünülen on binlerce yıllık başat kadın rolünün düşürüldüğü şekle bakıldığında erkeğin bundan önce kadınlar tarafından sanki bugünkü koşullarda bir sınıfta tutulduğu düşünülecek kadar kötü bir yaklaşım sergilenir. Kadına karşı yaklaşım o kadar kötü bir durumdadır ki günümüzde varlığı hakkında akla aykırı tartışmalar yürütenler bulunur.
Özel mülkiyet kavramın henüz gelişmediği bir dünyada toplumsal rollerin de bir hiyerarşiye bağlı olmadığı göz önünde bulundurulduğunda, kadın ve erkeğin sözsüz bir anlaşma varmış gibi yaşadığı ve kadının öncelikle toplayıcılık ardından toprak ile olan ilişkisi onu tarımda uzmanlaştırırken erkek de avcılıkta uzmandır ve kadın, türün, neslin devamını sağladığı için toplum anaerkil bir yapıdadır.
Bu düzen on binlerce yıl sürerken, düzeni değiştiren şey özel mülkiyet kavramının ortaya çıkmasıdır. Tabii ki bu kavramın da gelişmesini sağlayan nedenler vardır ki bunların başında Artı Değer vardır, tüm bu alt nedenler özel mülkiyet kavramıyla güç dengesini ya da statüyü sarsar. Peki özel mülkiyet neden bu dengeyi alt üst etmişti?
İlkel komünal çağdaki ortak yaşam biçimindeki insanlar, gelişen düşünüş biçimleriyle avcılık ve toplayıcılıktan toprağa yönelerek madenlere ve bu madenlerin geliştirilmesine harcamıştır emeğini. Bu bakımdan toplumda fiziksel güç önemli unsur olduğu için de, toplum içerisindeki güçsüzler saf dışı bırakılmaya başlanmıştır. Bunun başını da yaşlılar ve kadınlar çekmektedir. Yaşlıların güçten düşmesi ve kadınların erkekler karşısında fiziksel olarak daha zayıf olmaları, üretim ilişkilerinde onları geri planda tutmuştur.
Konunun uzun uzadıya anlatılmaya çalışması şimdilik beyhudedir zira konu hakkında yeterince kaynak bulunabilir. Ama genel hatlarıyla kadın erkek arasındaki bu statü farkının doğmasına neden olan şeyler bunlar olarak kabul edilebilir.
En efsanevi anlatılarda denir ki; Neolitik çağdan itibaren başlayan kadın erkek arasındaki güç dengesinin bozulması, kadının yerinin Ziggurat denen çok katlı bir yapının en tepesinde bulunan Brahmanlarca fahişe rolüne indirilmesidir. Brahmanların kadınları bu statüye indirip onları günah kavramı ile iç içe bulundurması, toplumsal açıdan da kadına bakışın yerini belirlemeye başlar. Bu anlamda kadının yerini belirleyen en güçlü kavram Din olgusudur. Zira göklerden geldiğine inanılan ya da bir ağaçtan, hayvanlardan alındığına inanılan uhrevi yetki ile erkek egemen sistem başlamıştır anlamını çıkarabiliriz.
Günümüze değin kadının bu yeri git gide türlü anlam ve şekillere büründürülmüş ve her toplumda kadın ikinci sınıf canlı muamelesi görmüştür. Özellikle dinsel yapı içerisinde kadının varlığı dahi ortada sergilenmemesi gereken bir şey kabul edilmiştir. Tüm ayrıcalıklara sahip olabilen erkek, ve yaşaması erkeğe bir minnet borcu olarak kabul edilmesi gereken kadın.
Cinsiyet Eşitsizliği ve Günümüzdeki Yansıması
Günümüz dünyasında kadınların haklarını elde etmek için halen süren bir mücadele var. Kadınlar erkekler karşısındaki konumlarını eşit dereceye getirme çabasındadırlar ki erkek egemen zihniyetin bu yüzyılda bunun aksine hala inanabilmesi kadar da aptalca bir şey düşünemiyorum. Kadınların bu mücadelesi, onların haklarının bilincinde, özgürlüklerinin peşinde ve tüm sebeplerin farkında olduğu anlamını taşır. Bu yüzden günümüz kadınlarının kendilerinde gördüğü ezilmişlik, yetersizlik, korunma ihtiyacının sebeplerinin kökenine inmek gerektiğinde tarihin içerisine girmeli ve yoldan çıkan katarın yerine oturtulması gerekir.
Bu bağlamda, kadınlar ve erkekler arasında yaşanan eşitsizlikler sonucu, maddi ve manevi problemler dikkat çekilmek istendiğinde bunun sebeplerini sıralarken bunları göz ardı etmek acemilik olur.
Yine günümüz koşullarında tarihsel bir mücadele vermeksizin erkelerin yanında -ister evlilik bağıyla birliktelik olsun ister evlilik dışı birliktelik olsun- kadınlar tarafından hissedilen eksiklik, bağlanma, kurtarılabilir olma, korunma duyguları, onlarsız yaşamda bir boşluk hissine kapılma ve bundan ötürü yaşanacak depresyon gibi rahatsızlıklar incelendiğinde de konuyu ele alan psikoloji biliminin ister istemez sosyolojik verileri kullanma zorunluluğu olmalıdır. Zira elde edilen veriler ışığında konuyu bir sonuca bağlamak eksik ve hatalı olur.
Bu açıdan; bazı kadınların içinde bulunduğu psikolojik bağımlılığı ifade eden, kadınların erkekler tarafından korunması bağımlılığı denilen ve Sindrella Kompleksi olarak adlandırılan durum ortaya çıktığında psikoloji bilimi devreye girer ve bu bilimi tek başına kullanmamak gerekir düşüncesindeyim.
Colette Dowling’in kaleme aldığı Çağdaş Kadının Bağımsızlık Korkusu: Sindrella Kompleksi kitabı, kadınların yaşadığı bu korkunun birden çok örnekle ve uzun bir araştırma sonucu ortaya çıkardığı bir kitaptır ve yayımlanması son derece önemlidir. Yaşanılan korkuların tarif edilmesinde, bu kitabı okuyan kadınların kendilerinden belki de bir ses duymaları sağlanır. İnsanlar kendilerini anlatmakta güçlük çektiklerinde bu gibi çalışmalar onlara ses olurlarken, bu tür kitapların erkekler tarafından da okunması (ki elzemdir) yaşanılan korkunun giderilmesine fayda sağlar.
Colette Dowling her ne kadar çok önemli bir konuya dokunmuş olsa da kitabının çelişkiler, güncellikten yoksun, dikkate almadığı, atladığı ve kişilere nasıl yapmaları gerektiği gibi söylemleri var. Bu bakımdan kitabın öneminin yanında ben kitabın bu eksikliklerinden bahsetmek istiyorum.
Sindrella Kompleksi Fikrinin Sorunları
Kitabının 89. Sayfasında kadınların okumadığından yakınırken daha öncesinde 49. Sayfada yine kadınların tek yaptığının okumak olduğuna ilişkin sözleri, imaları var. Bu çelişkili sözler, araştırma örneğindeki kişilerin farklı yaşam koşullarını, farklı zaman harcama koşullarını ifade etse de yazarın bunu iki farklı yerde birbirinden bağımsız ve tek bir olay gibi anlatması çelişki barındırır düşüncesindeyim.
Kitabın 219. Sayfasında bahsedilen bir konu da; orta sınıf, gelirli kadınların daha fazla bağımsızlık kazanmak için giriştikleri eve yardımcı alma konusudur. Bu durum yazarın anlattıklarına göre tuhaf bir durum çünkü bağımsızlık kazanmak isteyen kadınların statüsü ile bu konuda giriştikleri, çözüm üretmek istedikleri şey yani alt sınıftan, statüden bir kadının, yardımcı olarak işe alındığında onun da böyle bir bağımsızlık arayışında olma ihtimali düşünülmüyor. Sanki bu kazanç arayışı belirli bir düzeydeki kadınlara özgüymüş gibi.
Yine yazarın atladığı ya da dikkate almadığı yerlerden biri de ele alınan kadınların erkeklerle ilişkilerde bulunmak isteyen kadınların yaşadığı kompleks durumları. Bu kompleksin sadece ilişkiler sırasında ortaya çıktığı düşüncesi doğuyor. Bir erkek ile ilişki yaşamak istemeyen kadınlar kompleks konusu dışında tutuluyor. Zaten yazarın da kişisel bakış açısı ön planda tutuluyor. İstatistiki veriler ışığında ilişki içerisindeki kadınların bu kompleksi yaşama oranları ile kompleksi yaşayan kadınların bu kompleksi yaşamasa da özgürlüğünü bir şekilde elinde tutamayan kadınlar karşılaştırılmıyor. Konu, sanki bir genellemeye tabii tutulmuşçasına işleniyor. Bu kompleksi yaşayanlar dikkate alınarak ve statüleri, gelir düzeyleri, bakış açıları belirli kişilerden yola çıkılarak diğer kadınlar hakkında karar kılınıyor.
Zaten kitabın güncelliği ayrı bir konu. Bu kitabı günümüz koşullarında okumanın önemi bir yana kitabın güncellenerek yaşama uydurulması şart. Kompleksi yaşamayan ama kitaptan yola çıkarak bazı adımlar atmak isteyen kadınlar olabileceği gibi bu adımların sebebinin bu kompleks olduğu düşüncesine girilmemeli. 1980 öncesi vakalar ele alınarak oluşturulan bu kitap günümüze uyarlandığında, ortaya çıkan yepyeni şartların bu koşulları ne kadar sağladığı bilinmemektedir. Zira kitap güncel olmaktan uzaktır. 2025 dünyasındaki sorunlar buradan çıkıp yeni boyutlar kazanmış olabilir. Bu bakımdan yazarın işlediği konu ve incelediği kişilerin kısa bir vade ile tanımlanması yanlıştır. Bir de işlenilen kompleksin zamanından ziyade mekanı da önemlidir.
Bu kitap ABD vatandaşlarını ele alarak sonuçlandırılmıştır. Yazarın dikkate almadığı konulardan biri de kültürel çeşitliliktir. Kendi ülkemizde bu gibi sorunlar sorun olarak ele alınmayabilir ki ele alınmadığı ya da alınmamış olması geleneklere dayandırılır. İnançların da payını esirgememek gerekir tabii. ABD’de yaşayan kadınların ele alınışı sırasında dikkatlerden kaçan bir diğer nokta da fırsattır. İncelenen kişilere verilen fırsatlar ülkemizde kaç bölgede kaç kadına tanınmaktadır. Yasaların dahi buna müsaade etmediği durumlar yaşanmaktadır.
Sindrella Kompleksi kitabı için dikkat edilmesi gereken hususların bunlardan ibaret olduğunu hatta şöyle demem daha doğru olur, anladığı kadarıyla bunlardan ibaret olduğunu belirtmek isterim. Kadının yeri hakkında başlangıç aşamaları, bu sebepleri doğuran temel etkenler ve kadın mücadelesinin arka planda tutularak kadının yaşadıklarına bir tanım vermek baştan ayağa hata barındırır.
Diğer Sosyoloji Yazıları İçin Tıkla
İngilizce Makale Önerisi (The New York Times)

Harika bir yazı yazmışsınız, emeğinize sağlık. Özellikle cinsiyet eşitsizliğinin tarihçesi ilgimi çekti. Bu konuda faydalanabileceğim kaynak öneriniz var mı?
Kitabı kesinlikle okuyacağım